Kimin nasıl yazdığından ziyade ne yazdığı önemlidir. Doğrusu yazarken işe yarar bir eser vücuda getirmenin zor bir iş olduğunu biliyorum. Her şeyden öte yazarın bir hedefinin olması gerekir ki yazdıklarından istifade edilebilsin. Ayrıca yazarın motive olup birtakım uyarıcılar almadan yazabilmesinin zorlukları da yok değil. Ancak hakikati haykırıp dik duruş sergileyen, kelimeleriyle pratiği uyuşan, dahası gönül dünyamıza hitap edenleri merak ediyorsanız, iki elin parmağını geçmiyor. 

Konulduğu zindan hücresinde bir başına onlarca yıl kalıp işkence gören, yetmedi zindanlarda çile yüklü bulutlardan dara çekilen, hem Siyonist zindanlarında; Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki? Benim bahçelerim ve cennetim göğsümdedir. Nereye gidersem gideyim benimle beraber gelir. Hapse konulmam halvet, öldürülmem şehadet, yurdumdan çıkarılmam ise hicrettir. Gerçek mahkûm, Allah'ın zikrinden uzak olandır. Hakiki esir ise nefsine köle olmuş kişidir." İdealine sahip bir yazarın yazdıkları ile bedel  ödemeyip masa başında bir şeyler karalamış olanın yazdıklarını kıyas etmek kabil midir?

İşgalci israil zindanlarında konulduğu tek kişilik hücresinde kalem ve kağıt dahi kendisinden esirgenen, altı ay boyunca Kudüs'te devam eden soruşturma esnasında bedeni işkenceye maruz kalan, işkence yapılarak kırılmadık kemiği kalmayan ve ayaklarından tavana asılan ve Filistin'de "Yaşayan Şehit" olarak bilinen Abdullah Galip Bergusi'nin halet-i ruhiyesini kim nasıl tarif edecek? Aslında bu zor şartlarda yazan bir yazarın kalemi silahı, kelimeleri de siyonist düşmana sıkılan kurşunları mesabesindedir.

Bergusi kalem ve kağıdına dahi el konulan İsrail zindanlarında yazdı. Kitaplarını öyle denize bakan bir bahçede ya da ruha huzur veren müzik eşliğinde yazmadı. Zindanda bülbül ve muhabbet kuşlarının ötüşü altında da yazmadı. Çünkü katledici sessizlikten başka bir ses işitmedi hücresinde yazarken... Eserlerinde çiçek, böcek ve kelebek muhabbeti yapmak mı? Onu geç... Yazarken tek gördüğü şeyler, insanı öldüren, nem ve küf kokan kapkaranlık bir hücreden başkası değil... Yaşayan Şehid zindan için; "Burası yemyeşil bağ bahçe değil, kapkaranlık hücrem, kabrim, yaşam alanım..." diyor. Zindan havasını az buçuk teneffüs edenler, zindanın diriler kabri mesabesinde olduğunu çok iyi biliyorlar.

"Bakabiliyorsan, gör. Görebiliyorsan, fark et." Sözünü duymuşuzdur. Bu meselede de doğru bakabilmek ve iki farkı görebilmek önemlidir. Kimi yazarların kitaplarını kaleme almadan önce motive olmak için tatile çıktıklarını; kimisi de sırf  ilham gelmesi için değişik adetler geliştirdiklerini öğreniyoruz.

Mesela Amerikalı edebiyatçı Edgar Allan Poe kitaplarını yazmadan önce kedisini omuzuna koyar, miyavlama sesleri eşliğinde yazmaya koyulurmuş. Kedi oradan düşmesin diye bin dereden su taşır; ama aynı zamanda durmadan da yazardı. Kedisi kendisine bir nevi ilham kaynağı olmuştu.

Fransız yazar Honorê de Balzac yazarken otuz ile elli arasında kahve içerdi. Üstelik bunu her gün tekrar ederdi.

Bir diğer Fransız yazar Gustave Flaubert yazmadan önce takım elbisesini, parlayan ayakkabısını giyer; kravatını bağlardı. İnsanlar evinde parti var sansınlar ya da misafirlerine büyük bir ziyafet veriyor desinler diye evinin bütün ışıklarını açardı. Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şöyle cevap verirdi: "Evet bir parti var. Tek başıma eğleniyorum; çünkü yazıyorum."

Fransız doktor Diam's yazmaya başlamadan önce dışarı çıkar, ruhuna canlılık gelsin diye gezerdi. Daha sonra bir elma yer ve yazmak için evine dönerdi.

Amerikalı kadın şair Amy Lowel sigara bağımlısıydı. 1. Dünya Savaşı öncesi sigara bulamama korkusuyla on bin sigara paketi alıp stoklamıştı. Meğer sigara olmadan şiir yazamıyormuş.

Siyonist rejim tarafından 67 müebbet ve 5200 yıl hapis cezasına çarptırılan Abdullah Bargusi'nin, yazarken tek ilham kaynağı Kur'an-ı Kerim tilavetidir. Siyonist zindanlarında; Tek kişilik karanlık hücremde ruhumu rahatlatan ve motive eden şarkılar yok. Çay, kahve, meyve suyu, elma, takım elbise, ayakkabı, yeşil bahçeler, deniz, açık hava, sigara, kuş sesleri... Bunların hiçbiri bulunduğum hücremde yok! Diğer yazarlar gibi garip adetlerim ya da isteklerim de yok. Bir kurşun kalemim ve çok ufak kağıt parçaları... Çoğu zaman karanlıktan ötürü yazamıyorum. 

Beni yazmaya iten etken ise direnişin kalemini tutma ve buradan dahi olsa direnişe ve İslam'a hizmet etme isteğidir. Bu yüzden şartlar ne olursa olsun, bu can bu bedende olduğu müddetçe direnişime devam edeceğim. Olur da ruhum bedenimi terk ederse şehit; yok bedenimde kalmaya devam ederse yine şehit olurum. Ama ilkinden farklı olarak " Yaşayan Şehit" olurum..." şeklinde not düşmüş.