"And olsun! Sizi biraz korku (doğal, sosyal afet ve düşman saldırılarıyla), açlık (kıtlıkla) ve bir parça da mallardan, canlardan ve ürünlerden  yana eksiltmekle (hastalık ve virüsle) imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele." (Bakara:155)

Bugünlerde insanlık zorlu bir imtihan sürecinden geçiyor, öyle ki dünya nefesini tutmuş, bir mikrobun yapacağı tahribatlar için kara kara düşünmekte. Çin'den yayılan ve dünyayı saran Coronavirüs'ün halihazırda aşısı bulunmuş değil. Tabi dünya bu musibetten tez zamanda kurtulmak adına canla başla çalışırken birçok İslam ülkesi de payına düşeni almış bulunmaktadır. Bu musibet ve benzerlerinden yakamızı kurtarmanın ve kurtulmanın yolu, Allah(c.c)'ın bütün insanlık için koyduğu genel geçer kurallara Müslümanların da uyması ve tedbirler almasından geçmektedir.

Doğrusu insanlık için bu imtihan ne ilk ne de son imtihandır. Tarihte Peygamber(s.a.v)'in sadık dostları dahi benzeri musibetlerle imtihan edildi. Müslümanların dün veba salgınıyla, bugün de Coronavirüs (Covid 19) gibi bir hastalıkla başı belada... Demek ki insanlık için imtihan kapısı kapanmadı, aksine her devirde devam ediyor. Hz. Ömer(r.a)'ın hilafeti döneminde, ümmetin emini olma şerefine ermiş, üstelik Peygamber(a.s)'le birlikte vahyin inişine şahitlik eden birçok sahabinin, veba salgınında vefat ettiğini biliyoruz. Onlar ki geçmiş zamanda cihad meydanlarında en gaddar düşman ordusuna bile direnmiş iken -kaderin cilvesi olsa gerek- taun ve veba gibi bir hastalığa yakalarını kaptırıp emri hakka teslim-i silah ettiler. Yapılacak bir şey yoktu, Allah'ın kanunu, bu ümmetin eminleri için bir kere böyle tecelli etmişti.

Vicdanların mutlaka musibetler yolu ile eğitilmeleri, hak mücadelesi uğrundaki kararlılık derecesinin ise korkularla, ağır belâlarla, açlıkla, mal, can ve ürün kayıplarıyla, hastalık ve hapis musibetiyle denenmeli, bir sınavdan  geçirilmelidir. Şu hakikati de gözden ırak tutmamak gerektiği kanaatindeyim: Bir kere mü'minin, inancının yükümlülüklerini yerine getirebilmesi için bu musibetler onun için kaçınılmazdır. Çünkü müminler inançları ve davaları uğrunda ne kadar yükümlülüklere katlanırlarsa, inançlarının vicdanlarında kazanacağı değer o oranda yükselir. Hakeza bağlılarının, uğrunda yükümlülüklere ve fedakârlıklara katlanmadıkları, öyle hazır bulunmuşluk, ucuz ve düşük maliyetli inançlar daha ilk darbe ile karşılaşılır-karşılaşılmaz kolayca feda edilebilir.

Demek oluyor ki, bu durumlarda katlanılan yükümlülükler, bağlılarının vicdanında değer kazandıran, psikolojik bir bedeldir. Söz konusu inancın başkalarının vicdanında değer kazanabilmesi için bağlılarının bu psikolojik bedeli ödemeleri gerekir. Yeni kazanılacak kişiler de ancak bu özveri sonucunda ortaya çıkar. İnanmayanları bilmem, ancak müminler, inançları uğrunda ne derece acılara katlanırlarsa, ne oranda fedakârlıklara girişirlerse; inançlarının vicdanlarındaki değeri bir o kadar artar, hatta ona daha sıkı biçimde bağlanırlar.

Ayrıca söz konusu akidenin değerini bizim dışımızdakilerin kavrayabilmesi için de bağlılarının, onun uğrunda yeri geldikçe musibetler ile karşılaştıklarını, dahası karşılaştıkları musibetlere sabrettiklerini de görmeleri gerekir. O zaman, bu inanca yabancı olanlar, haliyle içlerinden şöyle diyecekler; "Eğer bu inanç sistemi, bu adamların onun uğrunda çektikleri musibetlerden daha hayırlı ve büyük olmasaydı, bu adamlar onun uğrunda belâlara katlanmaz ve bu sıkıntılara sabretmezlerdi." Böylece inancımızın düşmanları onun mahiyetini araştırmaya, ona değer vermeye ve ona sempati ile yaklaşmaya yönelirler. 

Üstelik sözünü ettiğimiz musibetler, muvahhid Müslümanların belkemiklerinin sağlamlaşması ve dinamiklik derecelerinin artması için kamçılanma işlevi görmektedir. Sebebine gelince, sıkıntılar; mümin toplulukların potansiyel güçlerini, saklı enerjilerini harekete geçirerek, kalplerinde ancak musibetlerin darbeleri altında keşfedebilecekleri gizli çıkış ve nüfuz kanalları açar. Dahası, müminlerin vicdanlarına ayar çekip gözlerdeki perdeyi kaldıran, kalplerin pasını silen, sıkıntı ortamı içinde yeşerebilecek doğru değer yargılarının, ince ölçülerin ya da isabetli düşüncelerin gelişip serpilmesinin fay hatlarını doğrudan tetikler.

Tedbirli davranıp tevekkül eden müminlerin, yegane dayanağı Allah(c.c)’tır. Hem bütün dayanakların sarsıldığı, türlü türlü korkular yaşayan, belki dayanaklarının tamamını yitirmiş olan insanların, Allah ile baş başa kaldığı bu kritik günlerde, o, asla çaresiz değildir. Hayat kitabımız Kur'an'ı çokça okuyarak ve Rabb'imizden yardım dileyerek bugünleri fırsata çevirmenin yollarını aramalıyız. Kim bilir, belki yaşanan bu musibetler, gözlerdeki perdeleri düşürerek kapanan basiretimizi açabilir veya bakış ufkumuzu daha açık seçik hale getirebilir de. 

Aslında musibetler, genelde bütün insanlığa, özelde de İslam'dan uzaklaşmış Müslüman halklara; Allah(c.c)'ın gücünden başka hiçbir güç, O'nun iradesi dışında hiçbir irade ve O'ndan başka sığınılacak hiçbir merciinin olmadığı'  hakikatini öğretmektedir. İşte, bu hakikat dersiyle dirilen müminlerin ruhu, böylece doğru düşüncenin dayanağı olan tek gerçekle, biricik realite ile bütünleşmiş olur.