İdeal Eğitim Vakfı Genel Merkezi'nde, eğitimci dostlarımızla "Karma Eğitim Meselesi"ni masaya yatırıp bu hususla ilgili düşünce, analiz ve önerilerimizi bir panel vesilesiyle beyan etme fırsatı bulduk. Herkesin sunum yapacağı konular önceden belirlenmişti. Panelistler, program boyunca önemli tespitlerde bulundular. "Karma Eğitim Modelini Savunanların Gerekçeleri"  ve "Karma Eğitimin Öğrenci  Psikolojisi Üzerindeki Etki ve Zararları" konularında acizane bizler de birer sunumda bulunma fırsatını yakaladık. Çekimler yapıldı ve söylediklerimiz TV yoluyla inşallah kamuoyuna ulaştırılacaktır. Vakfın bünyesinde bu tür etkinliklerin gelecek günlerde de devam edeceğini belirteyim. Önemine binaen köşemde bu konuyu işlemek istedim. 

Türkiye Eğitim Sistemi’ne olağanüstü bir dönemde dahil edilen karma eğitim uygulaması, bilimsel ve pedagojik bir ilke veya gereklilik olmaktan ziyade, ideolojik ve politik bir dayatmanın ürünü olduğu ortadadır. Hem karma eğitim sistemi uygulaması savunucularının, bu sistemin, çocukların akademik ve sosyal gelişiminde yarar sağladığına dair net bir kanıtları da yoktur. Doğrusu hem "karma eğitim meselesi" hem "kesintisiz eğitim"  uygulamaları  Post modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat süreci yansımalarının ürünüdür.

Eğitim, teorik olarak, "toplum tarafından onaylanan değerlerin yeni kuşaklara aktarılmasını sağlamak, yönlendirilmiş bir öğrenmeyi gerçekleştirmek için oluşturulmuş bir sistem " biçiminde tanımlansa dahi çoğu kez iktidarı elinde bulunduran gücün iradesi doğrultusunda şekillenmektedir. Bu yüzden bir ülkenin eğitim sistemini, o ülkenin genel yönetim sisteminden ve ideolojisinden ayrı düşünmek kesinlikle safdillik olur.

Özellikle ulus devlet modelinde eğitim, ideolojik tahakkümden dolayı kanatları yolunmuş kuşa çevrilmiştir. Bu kuşun uçmasını beklemek ham hayal olur.  Hem ulus devlet modelinde eğitim, devletin oluşturmaya çalıştığı standart insan tipine ulaşma isteğinin en önemli kurumu olduğundan, rejimin kendini tesis etme ve hayatiyetini sürdürme amacına matuftur. Ulus devlet modelinde çocuklar, eğitimleri için gerekirse ebeveynlerine bırakılmazlar. Çocuklar, okullar aracılığıyla devletin çocukları haline getirilirlerse de inanın.

Cumhuriyetin ilk yılları, darbeler dönemi ve 28 Şubat sürecinde eğitim, devlet ideolojisinin gölgesinde kalmıştır. Eğitimin, ideolojinin tahakkümünden kurtulması için iktidara gelen siyasi partilerin, "partiler üstü eğitim politikası" gütmesi gerekir ki yetişen nesil yerli ve milli kalabilsin. Hem eğitimde millilik vasfı ancak sosyal çevre normlarına bağlı kalmakla mümkün olunabilir. Kaldı ki iktidarlar, halkın değerlerine saygılı ve inancıyla barışık oldukları sürece kalıcı olma şansını elde ederler. 

Halbuki eğitimin temel uğraşı alanı insandır. İnsanın tanımı hem bilimsel, hem felsefidir. Eğitimin felsefesini yapmadan eğitim sistemlerini oluşturan ülkeler genellikle geri kalmış ülkelerdir; birçok Müslüman ülke de buna dahildir. Bunlar özgün bir eğitim modelini ortaya koymaktan ziyade taklitçidirler. Kendi değerler sisteminden uzaklaşmış Müslüman halkların, batıdan ithal kanunlarla yönetilmesi, eğitimde başkalarını taklit etmesi en büyük handikapımızdır. Çağdaşlık, eşitlik ve insan hakları teraneleriyle gözlerimizi boyamaya çalışan batıya güvenmiyoruz. O Batı ki, ekini ve harsı ifsad etmeye çalışan, insanlığımızı öldürmeye kastetmiş tek dişi kalmış canavardır. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında "halka rağmen halk için" yapılandırılan Milli Eğitim Sistemi, bu özelliğini hala muhafaza etmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında tek partinin dayatması sonucu benimsenen Laikleşme, Batılılaşma ve Türkleşme üçlemesinin etkisiyle Greko-Latin anlayışı Türkiye Eğitimine bir ideoloji olarak yansımıştır. 

Grek kültürü daha çok felsefe, din ve insan eksenli iken; Roma kültürü devlet, güç, egemen olma gibi emperyalist eksenli bir yapıya sahiptir. Bu iki akımı Doğu Roma ve Batı Roma olarak tanımlamak da mümkündür. Günümüz Avrupa kültürüne de büyük ölçüde yön vermiş bir anlayıştır.

Romalıların kendilerini evrenin merkezine koyması, kendi tarihlerini dünya tarihi olarak görmeleri ve barbar diye niteledikleri diğer halkları dışlamaları da Avrupa'nın ilerideki düşünce yapısının özünü oluşturmuştur.

Karma eğitim, kız ve erkek çocuklarının aynı okulda veya aynı sınıfta eğitim almalarını ifade etmektedir. Eşitlik ve çağdaşlık ambalajlarıyla topluma dayatılan bu uygulamanın temeli batıya dayanmaktadır. Türkiye'de bugün 'sorun' olarak tartışılan karma eğitim meselesi, aslında Avrupa'da reform hareketlerinin bir sonucu olarak Protestan guruplarının, erkeklerin yanı sıra kız çocuklarına da Kutsal Kitabı okumayı öğretmek amacıyla ortaya çıkmıştır.

Osmanlılarda karma eğitim uygulaması konusunun, erkek ve kız öğrencilerin birlikte eğitim alması olarak değil, daha çok 'kadınların eğitim sorunu' bağlamında ele alındığı bilinmektedir. Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında İlkokullarda ve 1927 yılında da Ortaöğretimde karma eğitim uygulamasına geçilmiştir. 1973'te kabul edilen 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu 15. Maddesiyle karma eğitime geçilmiştir.

"Okullarda kız ve erkek karma eğitim yapılması esastır. Ancak eğitimin türüne, imkân ve zorunluluklara göre bazı okullar yalnızca kız veya yalnızca erkek öğrencilere ayrılabilir." Dolayısıyla Cumhuriyet tarihi boyunca ilkokullarda 11 yaşına kadar karma eğitim uygulanmış, ortaokul ve lisede ise kız ve erkekler için ayrı okullar açılabilmiştir. Ancak 2000-2001 eğitim–öğretim yılında ülkenin bütün okullarında  karma eğitim zorunlu hale getirildi.

(Devam edecek...)