Günlerdir "Barış Pınarı Harekâtı" üzerinde konuşulmaktadır. Konuyla ilgili yazılıp konuşulacak çok şey var, ancak hepsini yazmaya ne vaktimiz yetmekte ne de köşemiz el vermektedir. Gündemin başköşesine, Türkiye'nin güney sınırımızda Pkk/YPG'ye yönelik başlattığı 'Barış Pınarı Harekâtı' oturduğu için günlerdir bu haberlerle yatıp kalkmaktayız. Harekâtı övenler kadar eleştirenler de vardır. Harekâtı öven ve yüceltenlerin bir kısmı, kavmi ve ırki reflekslerini devreye sokarak hadiseye gelişi güzel yaklaşmaktadır. Yüksek perdeden olmasa da, harekâtla ilgili yorum yapan bir kısım da Pkk/YPG'nin Sosyalist ve Marksist çizgisine kızıp harekâtı desteklemektedir.

Harekâtı bir Türk-Kürd savaşı olarak değerlendirmek yanlıştır. Bu harekât Pkk/YPG'ye karşı sürdürülen bir harekâttır. Hem Pkk Kürdlerin tamamının temsilcisi değildir ki bütün Kürdler adına racon kesilsin. Mesela ben, hiçbir zaman velayet yetkisini Marksist bir örgüte teslim ederek ahiretini berbat edenlerden olamam. Pkk'nin ya bendensin ya ötekisin anlayışını şiddetle reddediyoruz. Bu anlayış; 'ya sev ya terk et' anlayışının  başka bir versiyonudur.

Suriye'nin toprakları olan 'Rojava Bölgesi' inde Pkk/Ypg'nin kendisi dışındaki oluşum ve partilere hayat hakkı tanımadığı; onların baskı ve zulümlerine dayanmayıp Türkiye'ye sürülen  350 bin Kürd'ün varlığını kim, nasıl  inkâr edilebilir ki? 500 bin Kürd'ü Irak Kürdistan'ına kimler, niçin sürdü? Hem Pkk/YPG'nin yaptığı zulmü  insaf  ehli kaç Kürd sorgulayabildi? Şimdi, Suriye'nin kuzeyinde kurulacak devletin adı ister Kürdistan, ister Türkistan, isterse Arabistan olsun; bu meselede bizi enterese eden, kurulmak istenen devletin kimlere hizmet edeceğidir?

Dün antiemperyalist bir çizgide duran Pkk, 12 Eylül askeri cuntasının işlediği zulümleri, artı sistemin ırkçı, ötekileştirici politikaları ve bu ülkede Türkler dışındaki kavimlerin varlığını inkâr temeline dayanan fikri saplantısına karşı, bir tepki olarak doğmuş olsa bile, gittikçe farklı bir çizgiye savrulduğu da herkesin malumudur. Pkk, Kürdler adına bir takım kazanımlar elde etmiş olsa dahi, siyasi arenada marjinal Türk soluyla dirsek temasında bulunduğu için sorgulanır hale geldi. HDP'nin, Dersim'de on binden fazla Kürd'ün katledilmesi işinde doğrudan fail konumunda olan CHP'yle aynı çizgide durması, celladına aşık olduğu izlenimini uyandırmaktadır.

Rojava'da bırakın dindarları, kendisini desteklemeyen gayrımüslim insanlara dahi hayat hakkı tanımayan Pkk/YPG'nin, zulümleri ayyuka çıkmış bulunmaktadır. Pkk, ümmetin topraklarını işgal eden ABD emperyalizminin emrine girerek onun Truva atı gibi hareket etmektedir. ABD, Pkk/YPG'ye dünya kadar silah ve lojistik destek vererek onları kara birlikleri olarak Suriye'de kullanmaktadır. Rojava'da PYD/YPG'nin marifetiyle İslam'ın değerlerine savaş açılıp farklı düşünen birçok parti ve STK ya tasfiye edildi ya da başka diyarlara sürgün edildi.

AB Ülkeleri, bağrında yeşeren tehlikeyi(!) bertaraf etmek adına ifsat yapılarına sırf Suriye'yi karıştırmak için yol verdiler. Suriye'ye yerleşen bu unsurların aralarında çatıştırılmasıyla da leş kargalarının bu coğrafyaya akmaları sağlandı. Kirli savaşta binlerce genç,- ne acıdır ki- hiç uğruna öldürüldü. Yüz binler katledildi ve koca ülke adeta bir mezbahaneye  dönüştürülerek neredeyse haritadan silindi. Rusya, ABD ve Esed rejiminin bombalarıyla milyonlar yerinden/yurdundan edildi. Ülkenin bu hale gelmesinde Esed rejiminin zalimane uygulamaları  kadar, elbette AB ülkelerinin de büyük payı vardır. 

Siyasi ve ekonomik  problemlerimizin çözümü noktasında, güçlü bir irade ortaya koyamadığımız gibi yönetim sorunlarımızı da emperyalistlere havale ettik. Salt emperyalist dünyayı kendimize hakem tayin ettiğimiz için iki yakamız bir araya gelmedi. Siyasi, ekonomik, teknolojik ve askeri bakımdan bağımsız ve güçlü bir duruş sergilemeyen İslam ülkelerinin, fillerin tepindiği topraklar haline geldiğine hep birlikte şahit oluyoruz.

Orta Doğu İslam coğrafyasına hükümran Arap rejimlerinin, ümmetin izzetini koruma gibi bir dertleri yoktur. Suriye ya da başka bir İslam diyarının haritadan silinmesi umurlarında bile değil. Müslüman düşünür Garaudy, Amerika ve siyonist rejime yaltaklanıp uşaklığına soyunan bu krallar için; "siyasî fahişe" tabirini kullanmakla oldukça isabetli davranmıştır. Kralların, kendi tahtlarını sağlama alma adına yemedikleri bakla, atmadıkları takla kalmadı.