Bu haftaki yazımı maneviyat büyüklerinden bir üstadın verdiği dersle sürdürmek istedim. Hikâye şöyledir: Hasan Basri ölüm döşeğinde yatarken, ziyaretine gelen dostlarından birisi ona sordu: "Ey üstad, senin öğretmenin kimdi? Sana kimler ders verdi?"

Üstad gülümseyerek şu cevabı verdi:

Benim yüzlerce, belki binlerce öğretmenim oldu. İsimlerini tek tek saymam günler, hatta haftalar alır. Hem buna vaktim de yok. Ama benim üç öğretmenim oldu ki, sana onları anlatacağım.

Bu öğretmenlerden ilki bir hırsızdı. Bir keresinde çölde kaybolmuştum. Nihayet bir köye ulaştığımda vakit o kadar geç olmuştu ki, her yer kapanmıştı. Bir ara, gece karanlığında bir adam gördüm; bir evin duvarını delmeye çalışıyordu. Yanına yaklaşıp bu gece nerede kalabileceğimi sordum. Adam: "Gecenin bu vaktinde kalacak yer bulman çok zor, ama istersen benim gibi bir hırsızla kalabilirsin." dedi. 

O gece çaresizlikten o adamın yanında kaldım. Ama daha sonra nasıl olduysa tam bir ay kaldım. Adamı gözlemlediğim zamanlar oldu. Adamın bazı davranışları o kadar güzeldi ki beni kendine bağladı adeta. Her gece: "Ben şimdi işe gidiyorum. Sen dinlen ve ibadet et" derdi. 

Döndüğünde:

"Bir şey bulabildin mi?" diye sorardım ve o da:

"Bu gece değil, ama yarın yine deneyeceğim inşallah" derdi. Onu hiç ümitsizlik içinde görmedim, hep sevinçliydi.

Ben daha sonraki yıllarımı hep dualarla ve zikirlerle geçirdim; ama hayatımda hiçbir şeyin değişmediğini görüp öylesine derin bir ümitsizliğe ve karamsarlığa düştüm ki, bazen her şeyi bırakıp kaçmak istedim. İşte öyle zamanlarda hep hırsızın her gece söylediği o söz bana ışık tuttu:

"Bugün yapamadım, ama yarın inşallah!"

İkinci öğretmenim bir köpekti. Bir gün susamış halde bir nehre doğru yürüyordum. O sırada nehrin kenarına bir köpek geldi. Belli ki çok susamıştı. Nehre başını uzattığında suyun üzerinde kendi yansımasını gördü ve onu başka köpek sanıp korktu. Havlayarak oradan uzaklaştı; fakat susuzluktan dili sarkmış halde nehre bir daha geri döndü. Köpek sonunda korkusunu yenip suyun içine atladı. Oradaki köpek görüntüsü artık kaybolmuştu. Bu, rabbimden bana gönderilmiş bir işaret gibiydi: İnsanın bütün korkularını yenip rahmet denizine dalması gerekirdi.

Üçüncü öğretmenim ise küçük bir çocuktu. Bir şehre girmiştim. Sokakta o çocuğun yanmakta olan bir kandil taşıdığını gördüm. Kandili camiye götürüyordu. "Kandili kendin mi yaktın?" diye sordum çocuğa. "Evet, efendim" dedi. Ona yine sordum:

"Kandilin henüz yanmamış olduğu bir an vardı, sonra yandığı bir an geldi. O halde, bana ışığın nereden geldiğini gösterebilir misin?"

 

"Çocuk gülümsedi, üfleyerek kandili söndürdü ve şöyle dedi:

"Işığın gittiğini gördünüz değil mi? Peki nereye gitti, bana söyler misiniz?"

Sorusu karşısında gururum kırılmış, bütün bilgim paramparça olmuştu. Derken ne kadar cahil olduğumu anladım ve bütün bilgiçliğimi bir tarafa bıraktım.

Bosna'nın yiğit evladı bilge kral Aliya İzzetbegoviç: " Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım" sözüyle de adeta hayalimdeki gerçek öğretmen ve öğrenci resmini çizmektedir.

Hasan Basri'nin: "Belki herkesin anladığı anlamda bir öğretmenim olmadı. Ama bu benim bir öğrenci olmadığım anlamına da gelmez. Ben bütün evreni ve içindeki olayları bir öğretmen olarak gördüm Hiç öğretmenim olmadı, çünkü milyonlarca öğretmenim oldu. Her şeyden bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Öğrenci olmak hep yol kat etmek demektir. Öğrenci olmak öğrenebilmek demektir. Ve ben bütün hayatım boyunca öğrenmeyi bırakmadım." sözleriyle yazımı noktalayayım ves'selam!