Sizleri dün Bedir ve Hayberlerde küfür ve zulme karşı Alice bir cesaretle verdiğiniz mücadele günlerinden tanımıştık. Evet, o mücadelenin yiğit neferlerinden Said, artık aramızdan uçup gitmişti. O aramızda iken hepimiz onun gibi aziz bir âlimi tanımaktan şerefyab olmuş ve aynı zamanda birer Said de olmuştuk.
Said'in; Saadetli, Allah`ın (C.C.) kendisini sevdiği, O'nun rızasına ermiş olan, ahireti için çalışan, mes'ud, mübarek ve bahtiyar gibi birçok manası vardır.
İsmiyle müsemma güzel insanı anınca, geçmişin birer film şeridi misali gözlerimde canlandığı günleri anımsadım. O güzel ve vefalı insan, zindanlarda kurduğu ders halkalarıyla zindanları gerçek bir Medrese-i Yusufiye'ye çevirmesini bilmişti. Bu günkü medreselerin ilmi alt yapısının temellerini zindanda atmıştı. Onun ders halkalarından nasiplenen nice güzel insan vardır.
Geçmiş zamanda bir Said'imizi darağacında, birini sürgün ve zindanlarda, bu üçüncü Said'imizi de 10 yıllık zindan ve esaret hayatından sonra muhaceratta kaybetmiştik. İnşallah rabbim üç Said'imizi de şehit olarak katına almıştır.
Resulullah (s.a.v.): "Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir" buyurmuşlardır.
Yeri kolay doldurulamayacak kadar bu güzel insanla zindanda tanışma fırsatım olmuştu. 28 Şubat soğuklarının iliklerimize kadar hissedildiği bu zorlu süreçte, Bingöl Cezaevinde Onunla duvarların gerisinde dertleştiğimiz vakitler oluyordu. Onu tanıdıktan sonra bende oluşan intiba, 'O'nun ehli dil, ehli dert ve ehli hal' bir şahsiyet olduğu kanaatini oluşturdu.
Zindan arkadaşlarına; "sabrı, cesareti ve meselelere hikmet nazarıyla yaklaşıp geleceğin birçok güzellikleri barındırdığı" hakikatini pratik hayatıyla öğreten güzel bir insandı. Kendisine ve dava arkadaşlarına yığınla cürüm yüklenmişti. Zindanda koğuştan koğuşa dosya arkadaşlarına 20, 25, 30 numara şeklinde seslendiklerine şahit olunca büsbütün şaşırmıştım.
Merak etmiştim, bir gün bitişik odamızda kalan Molla Said'e seslendim: Abi bu rakamların bir hikmeti var mıdır, birbirinize niçin böyle sesleniyorsunuz? Bu aranızda bir şifre midir? şeklinde sormuştum. Biraz gülüşme ve espriden sonra işin sırrını öğrenmiştim. Meğer DGM'de kendilerine açılan dosyalarda yılların faili meçhul birçok cinayetinin faturası bu mazlumlara kesilmişti. Onlar da espri olsun diye birbirlerine böyle hitap etmekteydiler.
Ey Hüseyin'in varisi! Hasret ve hüznün buram buram koktuğu bu hazan mevsiminde dostlara veda etmeden firakın, anlıyorum birçok Edibin, şairin, arifin, mütefekkirin, elhasıl çilekeş Mizgin'in yüreğini yangın yerine döndürmüştür. Elden ne gelir, lâkin Rabbin seni sevip katına almıştır. Seyyidim! Sakın gözlerin arkada kalmasın! Zira yakin; yani ölüm hakikatıyla buluşana dek yaktığın meşale aşıkların elinde tutuşmaya devam edecektir inşallah!
"(O,) hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse, artık şüphesiz (ona) pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahiplerinden başkası ise akıl almaz." (Bakara:269.ayet)
Aklın idealinin doğruyu yanlıştan ayırmak olduğunu, aklını kullanamayanın sağır, dilsiz ve körler gibi olduğunu bizlere öğreterek aramızdan ayrıldın.
Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırmaya yarayan bilginin künhüne vakıf olmuştun. Said'imiz, hikmet sahibi bir kimse olup bu dünya hayatında şeytanın dar yollarını değil, Allah'ın geniş yolunu takip ederek rabbine rücu etti.
Zalimler ona esaret ve zindan yolunu işaret edince, o asla eğilmedi. Çünkü o, bu dünya hayatının yaşanılacak hayatın tamamı olmadığını biliyordu. Bu dünya hayatı, ölümden sonra da devam edecek hayatın sadece küçük bir parçası olduğu gerçeğini devrin zalimlerinin yüzüne haykırdı. Seyda şecaat ve cesaretiyle, asrımızın Said Bin Cübeyr'i gibiydi adeta.
O, gelecek nesillere lisan-ı haliyle, bu dünya hayatının kısa zevkleri için ebedi hayatını feda eden kimsenin çok akılsızca davrandığını; akıllı olanın ise, bu dünya hayatından en iyi şekilde yararlanan ve ahiretteki ebedi hayat için kendisini hazırlayan kimse olduğu gerçeğini öğreterek gitti..
Allah'ım! Ümmete gerçek manada öncülük eden âlimlerimizin ömrüne bereket kat! Bizleri Saidlerden, Onu da şehitlerden yaz!