İdil'de kaldığım yıllar bir ara Cehennem Vadisi`ni ziyaret etmiştim. Vadi o kadar güzeldi ki, keşke buranın ismini cennet vadisi olarak değiştirseler diye hayıflandım. Çünkü bu güzelim doğa harikası vadi, insanın göz zevkini okşayıp deruni duygularını harekete geçirmektedir. Vadi, bir noktadan sonra Dicle Nehri`ne yataklık etmektedir.
Vadinin derinliklerinde boy gösteren söğüt ağaçları gözüme ilişiyor. Edebiyatta söğüt ağacı; yenilgiden, başarısızlıktan ve tüm olumsuz durumlardan pozitif şekilde çıkabilmeyi anlatmaktadır. Söğüt, eğilen ama güçlü ve dayanıklı olup kırılmayan bir ağaçtır. Bir yönüyle şehitler, tıpkı söğüt ağacı gibi narin dallarıyla rablerinin huzurunda eğilen ancak sert esen fırtınalar karşısında da, bir o kadar dayanıklı yiğitlerdir.
Yol kenarında bir harabe dikkatimi çekmişti. Bölgeyi iyi tanıyan dostum: "Şuracıkta gördüğün harabe bir iki aileye aitti. 8 Temmuz 1987 yılında PKK militanları tarafından bu ailenin on altı ferdi burada yakılarak, evet yakılarak yok edildi. Genç anne baba çocuklarının üzerine şefkatle kapaklanmış ve cesetleri öylece kömürleşmişti. Aynen böyle, medyadan okuduğumuz meşhur Peçenek Katliamı aha burada yapıldı" demişti.
Kadın çocuk ayırmaksızın 16 mazlum insan kurşuna dizilmişti. Ayrıca evlerini ateşe verip bedenlerini de yakmıştı. İlkin bu vahşeti kendi yayın organında üstlenen PKK, nedense bir süre sonra da inkâr yoluna gitmişti. Özal'ın iktidarında vuku bulan bu hadise, tarihe kara bir sayfa olarak geçti. Doğrusu bu vahşeti anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalmaktaydı. Bu mazlumların suçu neydi? Niçin öldürülmüşlerdi? Bu dehşetengiz tablo Tekvir Suresinin 9. ayetini bir daha hatırlatmaktaydı.
"Hangi suçtan dolayı öldürüldüler?"
Kürtlerden kendi ideolojilerini benimsemeyeni ambargo uygulayarak silah zoruyla sindirmeye çalıştılar. Hakeza zulümlerini kabullenmeyip karşı duran Müslümanlara da hayat hakkı tanımadılar. Dindar Kürtleri caydırmak için evlerine roket ve ağır silahlarla saldırıp, yollarına mayın döşediler. Birçok masum ve mazlum insanı köylerinde veya şehir merkezlerinde infaz ettiler.
"Bizim laiklik anlayışımız, Genelkurmay Başkanınkiyle aynıdır" diyen HDP'nin eski vekillerinden Hasip Kaplan'ın köyü Dirsekli'de olup bitenlere bir göz atalım. Evet, eski ismi 'Xırabé Şeref' olan bu köyde Molla Sabri ve eşi Hayriye bacı medfundur. 90'lı yıllarda evleri PKK'lılarca basılarak şehit edilmişlerdi. Esnaf olan oğulları Muhammed Şerif de, 28.12.1991 yılında, yani anne ve babasının şehadetinden yedi ay sonra, iş yerinden evine dönerken, özel aracının içinde taranarak şehit edilir.
Dirsekli Köyü, bir zamanlar PKK'nın kabul ve toplanma merkezi işlevini görmekteydi. Dağa gönderilecek militanlar, önce bu köyde gözetimde tutularak bir nevi samimiyet testinden geçirilmekteydiler. Üstelik bu militanlar köy halkına zimmet edilip; yeme içme ve banyo gibi bütün ihtiyaçları aileler tarafından giderilmekteydi. Köylüler, yıllarca bu kamburu sırtında taşımak zorunda bırakılmış. Köyde olup bitenlerden haberdar olan derin devlet; oralı olmadığı gibi, Türkiye'nin bütün belde ve köylerinde varlıkları tehdit olarak görülen dindarlara karşı cadı avına çıkmıştı.
Halk arasında yayılan haber 'Dirsekli Köyü'nde vuku bulan hadisede, beş kadar Müslüman'ın nefsi müdafaada bulunmasının neticesinde PKK'nin kabul ve toplanma merkezinin dağıldığı' yönündeydi. Hezimeti kabullenmeyen PKK, işi yokuşa sürmek için; "Dirsekli Köyü'ne bir gece 500 kadar sofik saldırdı" yalan haberini dilden dile yaymışlardı. Sofiklerden kasıt Muvahhid Müslümanlardı. Çünkü aleyhlerine değişen tablo: "Geçti Bor'un pazarı, sür eşeği Kandil'e" kabilindeydi.
İdil'in 8-10 kilometre kuzeybatısında meşhur Bereketli (Fîlé) Köyü vardır. Fîlé Köyü, 90'lı yıllarda PKK tarafından sorgulanma merkezi ve mahkeme olarak kullanılmaktaydı. PKK zihniyetini tasvip etmeyen Şehit Hüseyin, köylerine saldıran PKK'lılara karşı nefsi müdafaada bulunurken köyünde şehit edilmişti. Allah yolunda izzetli bir ölümü zillet içinde geçirilecek bir hayata tercih ederek canını Allah'a adamıştı. Hüseyin'in şehadetiyle güneş artık balçıkla sıvanmaz olmuştu.
Çünkü o günkü Türkiye'de devlet, JİTEM, FETÖ ve BÇG gibi yapılar eliyle yönetilmekte ve PKK'ya alan açmanın uğraşısını vermekteydi. Oysa devletin asli görevi vatandaşının mal, can, namus ve din güvenliğini sağlamak değil midir? Mükellefiyetten vareste o günkü devlet; Türkiye'de İslam'ın neşv ü nema bulmaması için uğraş vermekteydi. Müslümanları bu topraklardan silmek ihalesini BÇG ve PKK gibi derin güçler kazanmıştı. Zorlu süreçte, bölgenin birçok yerinde olduğu kadar İdil'de de, her gün bir civanmerdimiz toprağa düşmekteydi.