Sorumluluk sahibi olmak, insan olmanın bize kazandırdığı ender değerlerden biridir. İnsanı insan kılan, onu kutsi bir yükün altına koyan ve onu yaptıklarından ve yapacaklarından sorumlu kılan özellikler ise şüphesiz akıl ve irade sahibi olmasıdır. Aklımızla doğruyu ve yanlışı, kârı ve zararı, eksiyi ve artıyı, olumluyu ve olumsuzu, hakkı ve batılı birbirinden ayırabiliyoruz. Bu hususta yegâne mihenk olmazsa da olmaz pek mühim bir etkendir. Öyle ki Allah, akıl sahibi olmayanın üzerinden sorumluluğu ve hesap vermeyi kaldırmıştır.

İnsanı insan ve onu farklı kılan bir diğer özellik de şeksiz irade sahibi olmasıdır. İradeye bir diğer ifadeyle seçme, tercih etme hürriyeti diyebiliriz. Seçme ve tercih etme hürriyeti sayesinde yani hür irademizle doğruya veya yanlışa, olumluya veya olumsuza, kâra veya zarara, hakka veya batıla yöneliriz. Dolayısıyla insan, seçme ve tercih etme hürriyetine sahip olduğu her hususta sorumluluk sahibiyken aksine seçme ve tercih etme hürriyetine sahip olmadığının sorumluluğundan ve hesabından da azattır.

Nereye mi gelmek istiyorum: Sosyal hayattaki sorumluluklarımıza.

En başta akıl ve irademiz bize insani yükümlülükler yüklüyor. Ondan sonra sosyal hayatta aile ve akrabalar içindeki konumumuzun, bulunduğumuz mevki ve makamların, yer aldığımız ve temsil ettiğimiz tüzel kişiliklerin; kalben, fikren veya fiilen yakın olduğumuz, yakın durduğumuz meşrep veya camianın, hatta icra ettiğimiz meslek ve zanaatın bile kendi iç hukuku, realitesi ve sosyolojisi içerisinde bize tanıdığı haklar ve yüklediği sorumluluklar vardır.

Sonda belirteceğimi şimdi belirteyim. Toplum olarak genel itibariyle haklarımızı iyi biliyoruz; Ama sorumluluklarımızı ya bilmiyoruz ya da bilmemize rağmen hakkını vermiyoruz. Tabi bazen de “nizanim rehetîya canim” minvalinde sorumluluklarımızı bilmemek işimize de geliyor. Olması gereken hem haklarımızı iyi bilmek hem de sorumluluklarımızı iyi bilip hakkıyla yerine getirmektir.

Neyse, asıl mevzumuza dönersek;  Salallahu aleyhi vesellem’in “Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz…” (Buhari, Nikah, 91) hadisi çerçevesinde aile çobanlığının aile reisine ve ailede etkisi ve yetkisi bulunanlara yüklediği yükümlülükler açısından devam etmek istiyorum.

Evet, aile reislerinin veya ailede etkisi ve yetkisi olanların sosyal saygınlığını hak ve hukuk olarak görürsek; bunun yanında bu hak, hukuk ve sosyal saygınlığın yüklediği yükümlülükleri de görmek gerekir.

Mesela aile bireylerinin barınma, beslenme ve eğitim gibi temel ihtiyaçlarını sağlama aile reisinin ve iş gören aile efradının en başta gelen sorumluluklarındandır. Allah’a hamd olsun ki, toplum olarak bu sorumlulukların hakkını verme hususunda bilinç ve gayret sahibiyiz. Fakat özellikle Salallahu aleyhi vesellem’in “emri bil maruf ve nehyi anil münker” minvalindeki aile reislerinin ve ailede etkisi ve yetkisi olanların sorumluluğu hususunda ne durumdayız?

Biz daha önce sürüden haberimiz var mı? Diye sormuştuk. Bu gün biraz daha geriye sarayım, sorumluluklarımızdan haberimiz var mı?

Cevaben az gidip uz gitmeye gerek yok; reisi olduğumuz, etkimizin ve yetkimizin olduğu evi, aileyi bir mektebe dönüştürme gibi çok ehemmiyetli bir sorumluluğumuz var. Evimizi mektebe dönüştürme bilincini kuşandığımızda, bunun adımını attığımızda evimiz hakiki manada bir medreseye dönüşecektir. Zaten müminin evi bir yandan sekinet, bir yandan ahlak ve erdem, bir yandan ilim, bir yandan ibadet, bir yandan muhabbet; bir yandan infak, bir yandan insaniyet ve merhamet, bir yandan dava, davet ve adalet mücadelesinin mektebi olmalı değil mi?

Rabbimizin, cümlemizi evini en yüce erdemlerin yuvası ve mektebine dönüştürme şuur ve gayretiyle yol alanlardan kılması temennisiyle, vesselam.