Gönlüm Kudüs’e dair yazmaktan yana; fakat Hazreti Ebu Bekir ile ilgili yazı dizisine devam etmem gerektiğine inandığım için kendi mecrama döndüm. Rabbim izin verirse ileriki zamanlarda Kudüs’e dair yazarız.
Evet, Hazreti Ebu Bekir ile Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem arasındaki dostluk ve arkadaşlık nübüvvet öncesine dayanmaktaydı. Fakat bu dostluk ve arkadaşlık iman ile birlikte İslam kardeşliğine tebeddül etmiş, samimiyet ve muhabbetin zirvelerine erişmişti. Öyle ki daha önce aktardığımız farklı tablolarda Hazreti Ebu Bekir’in Salallahu aleyhi vesellem’i malından ve canından evla gördüğünü beraber müşahede etmiştik. Bu sefer Hazreti Ebu Bekir’in Salallahu aleyhi vesellem’i gözleri görmeyen yaşlı babasından evla görmesiyle tüm ashabın dilinde pelesenk olmuş “fedake ebi ve ümmi” nin pratiğini görüyoruz. Hadise şöyle aktarılmaktadır.
Hazreti Ebu Bekir, Mekke Fethi’nde, gözleri görmeyen ihtiyar babasını Müslüman olmak üzere Salallahu aleyhi vesellem’in huzuruna getirmişti. Bunu gören Seyyidül mürselin Salallahu aleyhi vesellem “Ebu Bekir! İhtiyar babanı niye buraya kadar yordun? Biz onun yanına gidebilirdik.” Diye buyurdu.
Hazreti Ebu Bekir “onun size gelmesi daha uygundur. Bir de Allah Teâlâ’nın bu şekilde babama sevap yazmasını istedim.” Dedi.
Ebû Kuhâfe –Allah ondan razı olsun-, tabi olmak için elini Salallahu aleyhi vesellem’in mübarek eline uzatınca, Hazreti Ebu Bekir duygulanıp ağlamaya başladı. Efendimiz şaşırmış, hayretle niçin ağladığını sorunca da şu muhteşem cevabı verdi:
“–Yâ Resûlâllah! Sana biat etmek üzere uzanan şu el, babamın değil de, amcan Ebû Tâlib’in eli olsaydı da, bundan dolayı Allah Teâlâ benim yerime Seni sevindirseydi! Çünkü Sen, onu çok seviyor ve iman etmesini çok istiyordun…” ( İbn-i Sa‘d, V, 451.)
İşte Hazreti Ebu Bekir’in Salallahu aleyhi vesellem’e olan muhabbet ve idrakın sınırlarını zorlayan isarlık örneği…
Hissemize Düşen
Bu hadise ile Ebu Bekir Radiyallahu anh’ın “Vallâhi Resûlullah Efendimiz’in yakınlarını kollayıp gözetmek, benim için kendi yakınlarımı kollamaktan daha sevimlidir.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî 12, Meğâzî 14.) sözünün pratiğini müşahede ettik. Bu pratikle Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem’in davasını tüm varlığımızdan evla görmenin sınırlarının nereye kadar uzanabileceğini gördük.
Yine ashabı kiram efendilerimizin söz ehli değil fiil, eylem, pratik ehli olduklarını, iman ettikleri her hakikati hayatlarında yaşadıklarını idrak ettik.
İman gibi sonsuz mükafat ve ceza söz konusu olduğunda bile gönüllerindeki pusula ve ibrenin şaşmadan Salallahu aleyhi vesellem’i gösterdiğini gördük.
Rabbimin, bizi de ala külli hal gönül ibresi Salallahu aleyhi vesellem’in davasını gösteren ve bu mukaddes davanın gereğini hayatıyla orta koyanlardan eylemesi temennisiyle, vesselam.