Akabe Biatlarıyla aralanan Medine kapısı, Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem, Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ali’nin de Medine’ye hicretleriyle yeni dönemin İslam davası için sonuna kadar açılmıştı. Müşriklerin müminlere yönelik baskı ve tasallutunun nihayetine gelinmişti. Medine’de tarihte eşine rastlanmamış ensar ve muhacir kardeşliği tesis edilmişti.

Ashabı kiram, ensar ve muhaciriyle Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem’in etrafında daha sıkı birbirlerine kenetlenmişlerdi.

Sıdkın zirvesi, arkadaşlığın özü olan Hazreti Ebû Bekir, Medine’ye hicret ettikten sonra da daha önce olduğu gibi daima Salallahu aleyhi vesellem’in yanında bulundu. İslam davasına müdahil olduğu andan itibaren tüm benliğiyle bütün varıyla İslam davasının emrine girdiği gibi bunu en zirve seviyede sürdürmeye devam ediyordu. Hazreti Ebu Bekir’in, Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem’e ve İslam davasına olan bağlılığı kökleri maziye dayanan arkadaşlıktan öte bir kardeşliğin, iyiliğin, samimiyetin ve sadakatin gereğiydi.

Çünkü sadakat, sevdiği ve bağlandığı şahsa benzemek, bütün varlığını ona ada­mak ve adeta kendi varlığını sevdiğinin varlığında yok bilmektir.

İşte bu tanım, Hazreti Ebû Bekir’i ifade ediyordu. Bu vasıftı Ebu Bekir radiyallahu anh’ı erişilmez bir mertebeye yükselten hakikat. Asırlar sonrasına onu “Sıddık” diye taşıyan da Salallahu aleyhi vesellem’e  olan bu eşsiz sadakat ve bağlılığı değil midir? O’nun yanında Salallahu aleyhi vesellem’in sözü senet, varlığı emniyet, şanı dirayetti. Bundan Salallahu aleyhi vesellem’in her söylediğine tereddütsüz inanır, iman ederdi.

‘Sıdkı’nı, Salallahu aleyhi vesellem’in peygamberliğini duyduğu gibi tereddütsüz iman etmesi gösterdiği gibi, Mirac mucizesini duyduğu gibi “O söylemişse doğru söylemiştir” deyip tasdik etmesi de bir kez daha göstermiştir.

Bundan dolayı Efendimiz Salallahu aleyhi vesellem:

“Ey Ebû Bekir, sen zaten Sıddık’sın” buyurarak, kendisine iltifatta bulunmuş. O günden bu yana Hazreti Ebu Bekir denilince sıdk, sıdk denilince Hazreti Ebu Bekir akla gelir olmuş.

Hissemize Düşen

Tarih boyu her dava kendisine inanan insanların çokluğuyla değil, davasını hayatının anlamı gören ve ona samimiyetle bağlanan insanların varlığıyla hedefine doğru ilerlemiştir.

Tüm peygamberlerin davası olan Tevhid davası da Allah’ın izni ve inayetiyle şüphesiz iman, teslimiyet, vefa, fedakârlık, cesaret, gayret, çaba, samimiyet ve sorumlulukla mücessemleşmiş mü’minlerin çaba ve gayretleriyle tarih sahnesinde yer almıştır.

Asrısaadet de ashabı güzin radiyallahu anhum’un süreklilik arz etmiş olan teslimiyet, samimiyet, çaba ve gayretleriyle inşa edilmiştir. Hazreti Ebu Bekir’in imanın ilk günkü heyecan ve bağlılığıyla Salallahu aleyhi vesellem’e sadakat göstermesi bizim için numune bir göstergedir.

Rabbim, bizlere de günlük, haftalık, mevsimlik veya dönemlik değil, son nefese dek aziz İslam davasına hizmet etmek için bizi yerinde durdurmayan bir iman, teslimiyet ve samimi bir niyet nasip etsin.