Yeryüzü yıldızlarının ilki sayılır arkadaşının arkadaşı, cahiliye bataklığında bile pak olan sıdkın doruğu…

Merak ettiniz kimden bahsediyorum diye değil mi?

Biraz daha açalım o zaman, erkeklerden iman edenlerin ilki, İslam’ın sarsılmaz neferi, ta en başından büyük bir davetçi, Müslüman köleleri satın alıp azad edenin ta kendisi…

Sevr’de “Üzülme, Allah bizimle beraberdir. İki kişinin üçüncüsü Allah olursa, kimse bir şey yapamaz.” Hitabının muhatabı. Haydi onu biraz daha yakından tanıyalım.

O’nun babası Osman, lakabı Ebu Kuhafe... Annesi Ümmü-l Hayr, yani tüm iyiliklerin anası…

Hanımı Zeynep diğer adıyla Ümmü Ruman; Ümmü Ruman’ın vefatından sonraki hanımı Esmâ bint-i Ümeys…

Çocukları, Hz. Âişe, Abdullah, Esmâ, Abdurrahman, Ümmü Gülsüm ve Mu­hammed…

İşte Ebu Kuhafe’nin oğlu Hz. Ebu Bekir radiyallahu anh’ın yakından aile portesi bu…

Gelelim İslam’dan önce de sonra da pak ve temiz olan şahsiyetine, duruşuna.

Evet, İslam güneşinin yeryüzüne daha doğmadığı cahiliye karanlıklarında bile O’nun yüzü ve zihni aydınlıktı. Tahtadan, taştan putlara eğilmezdi. İçki, kumar gibi kirli eylemlere kıymet vermezdi. Mekke’nin sevilen, sayılan simasıydı; malda ve itibarda zengin, fakir ve düşkünlerin babasıydı, O.

Ufku açık olduğundan engin bir bilgiye ve ticaret sebebiyle gidip geldiği ülkelerden dolayı zengin bir kültüre sahipti.

O zamanlar herkes her şey bir bekleyişin içindeydi. Kendini bilen, düşünen ve sorgulayan insanlar toplumdaki çöküntünün farkındaydı. Diri diri gömülen kızlar bir kurtarıcı bekliyordu. Bir mal gibi alınan satılan kadınlar, köleler doğacak bir kurtuluş yıldızını bekliyordu. Gökler, yerler, ağaçlar, çöller, taşlar, hayvanlar doğacak bir güneş bekliyordu. Ruhlar aç, maneviyat sahipsizdi. Maddenin kıskacına, şehvetin insafına ve tamahın vicdanına esir olmuştu insanlık.

Doğrusu dikkatle bakan ve tefekkür eden insanlar bir hidayet güneşinin yaklaştığının farkındaydı. Bundan bir bekleyiş içindeydi Hz. Ebû Bekir ve beklemekte olanlar. İnsanlığı cehaletin karanlığından imanın aydınlığına çıkaracak bir kur­tarıcının nüvesi düşmüştü kalplere. Hz. İbrâhim aleyhisselam’dan kalan tevhid dinine inananlar da bu nurun bekleyişi ve hasreti içindeydiler.

Bunlardan biri de şüphesiz edip ve şair olan Kus bin Saide’ydi; Allah’ın birliğine inanan ve ölümden sonraki hayata gönül bağlayan. Günlerden bir gün bir topluluğa şu meşhur hitabı yapan Kus bin Saide.

”Yemin ederim ki, Allah katında bir din vardır. O din, bulunduğunuz dinden daha sev­gilidir. Allah’ın göndereceği bir peygamber vardır ki, gelmesi pek ya­kındır. Gölgesi ba­şımızın üstüne gelmiştir. Ne mutlu o kimseye ki, ona iman eder. Ona isyan ve muhale­fet edecek bedbahta ise, yazıklar olsun!”

Kaderin cilvesine bakın müjdeleyenin müjdelediğiyle beraber oradaydı, Hz. Ebu Bekir.  

Sonra bir gün Hz. Ebu Bekir, rüyasında bir ayın gökten süzülerek Mekke üzerine indiğini, sonra bölünerek parçalarının şehrin bütün evlerine dağıldığını, daha sonra da toparlanıp kendi evine girdiğini görmüştü. Gördüğü bu rüyayla heyecanlanmıştı. Rüyasını Mekke’de bulunan bazı Ehl-i Kitap âlim­lerine sordu. Onlar da beklenen pey­gamberin yakın bir zamanda Mekke’de çı­kacağını, kendisinin de ona uyma bahtiyar­lığına erenlerden olacağını, hattâ ha­yatında iken onun en yakınında duracağını söylediler.

Bunun üzerinden fazla geçmedi zaman, ticaret kervanıyla Hz. Ebu Bekir’in Yemen’de olduğu bir an. Dalga dalga beklenenin geldiği haberiyle keyf û seyranına girdi cihan…          

Devam edecek.