Dünya ve ahiret saadeti için yeryüzü yıldızları konumundaki ashab-ı kiramın –radiyallahu anhüm- aydınlığında yol almak gerekir diyoruz. Neden mi? Çünkü Efedimiz aleyhissalatu vesselam bir peygamber olarak asr-ı saadeti inşa eden bir mimar, bir usta olduğunda ashab-ı kiram onun çıraklarıydı. Aleyhissalatu vesselam bir öğretmen olarak kıyamete kadar sürecek medeniyetin temelini atıp ilim irfan tedrisatı yaptığında ashab-ı kiram onun öğrencileriydi. Aleyhissalatu vesselam bir inkılapçı bir devrimci olarak; kokuşmuş köhne geleneklere, güce dayalı hak sistemine, kadını hor gören anlayışa, katı kabilecilik ve kölelik sistemine meydan okuduğu zaman ashab-ı kiram O’nun arkadaşları ve destekçileriydi. Aleyhissalatu vesselam bir komutan olarak hak alasını mazlumlara ulaştırmak ve zalim müşriklerden hesap sormak için harp meydanlarına indiğinde ashab-ı kiram O’nun askerleriydi.
Ashab-ı kiram’ın bu hususiyetlerini ayet-i kerimelerde de ve hadis-i şeriflerde de net bir şekilde görebiliyoruz. Adeta âlemlerin rabbi olan Allah ve güzide Peygamberi, ashab-ı kiramın nadide şahsiyetlerine şahitlik etmektedir.
Örneğin Kelam-ı Kerim’de Fetih suresi 29. Ayet-i kerime, ashab-ı kiramdan veya ashab-ı kiramda olan hususiyetlerden şöyle bahsediyor. Allah’ın peygamberinin yanında olan istisnasız tüm ashabın kafirlere karşı şiddeti ve kendi aralarında merhameti kuşandıklarını ifade ediyor. Yine rükû ve secdesiyle Allah’ın lütuf ve rızasına talip olduklarını, secdeyi fazlalaştırmalarından alınlarındaki secde izinin kendilerinin bir nişanı olduğuna dikkatleri çekiyor. İşin hakikatinde ayet-i kerime hem ashab-ı kirama hem de kıyamete kadar gelecek tüm mü’minlere; kafirlere karşı şedit fakat mü’minlere karşı halim olmayı emir ve ferman buyuruyor. Mü’minlerin bu özelliklerinin tarih boyu tüm mü’minlerde olduğunun da altını çiziyor. Diğer açıdan mağfirete ve vaad edilen mükafata erişmek için kuru bir inanmanın yeterli olmadığını; dolayısıyla inandıktan sonra iyi işler de yapmak gerektiğini deklare ediyor.
Yine başka bir ayet-i kerime, ashab-ı kiram’ın inandıktan sonra insanların iyiliğine çalışan, iyiliği emreden ve kötülükten men eden güzel bir örnek ve hayırlı bir ümmet olduklarına şahitlik eder. (Âl-i İmran, 3/110.) Yani burada mü’minlerin ashab-ı kiramdan örnek alması gereken diğer bir hususiyetin imandan sonra iyiliği emretmek ve kötülüğü men etmek olduğunu görüyoruz. Yani “bana neciliğin”, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” nemelazımcılığının mü’minin hayat tarzında yer almaması gerektiğini bu ayeti kerime kıyamete kadar gelecek tüm mü’minlere salık veriyor. Hayırlı örnek bir ümmet olmanın yolunun, emr-i bil maruf nehy-i anil münker’den geçtiğini unutmamamız da gereken diğer bir hakikattir.
Mücadele suresi 22. Ayet-i kerime ise ashabın inanmayan en yakın akrabalarına karşı bile nasıl net olduğunu; dolayısıyla mü’minlerin akrabaları başta olmak üzere inanmayanlara karşı nasıl bir tavır içerisinde olmaları gerektiğini, Allah’a ve peygamberine düşmanlık eden akrabalarıyla dostluk bile kurmamaları gerektiğini ifade ettikten sonra bu üstün hasletle Allah’ın rızasına nail olacaklarına ve ebedi cennetlerin sakini olacaklarını müjdeliyor. Başka bir ayet-i kerime de Allah’ın ashab-ı kiram’dan ve onların aydınlığında yürüyenlerden razı olduğunu müjdeliyor. (Tevbe, 9/100.)
Rabbimizin, bizleri de imandan sonra iyilik eden, iyiliği emreden, kötülüğü meneden, insanlığın hayrına çalışan, kafirlere şedit, mü’minlere merhametli olan ve razı olunanların aydınlığında iz sürenlerden eylemesi temennisiyle, vesselam.