Dünya gelip geçiyor, mukayyed bir zaman gelip geçmek zorundadır. Sünnetullah icabı her yeni eskir, dünyaya her gelen gider, her doğan ölür. Üstad Bediüzzaman’ın deyimiyle de “Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor.” Hem “her bir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var.”

Evet; hayatın anlamsız olmadığı, ölümün de yokluk olmadığını nice ayeti kerime ve hadisi şerif en net şekilde ortaya koyuyor.

Bu vecihle bu mahdud zaman dilimiyle dünya, yaratılış gayemize göre hayatı idame etmemiz açısından bir imtihandır.

Peki; bu imtihan yolunda hedefe ulaşmak ne ile mümkündür; bu yolun azığı nedir?

Yüce Rabbimiz Allah “…Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müʼminler! Âhiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır...” (el-Bakara, 197) ve “…Herkes yarına ne hazırladığına baksın…” (el-Haşr, 18) diyerek tüm dikkatlerimizi dünya imtihanında edineceğimiz bu ahiret azığına çekmektedir.

Bu suale cevaben Salallahu aleyhi vesellem de bir keresinde Ebû Zer’e: “Bir yolculuğa çıkmak istersen onun için hazırlık yapar mısın?” diye sormuşlardı.

Ebû Zer: “Evet yâ Resûlâllah.” diye cevap verince; Salallahu aleyhi vesellem devamla: “Peki, kıyamet günü yolculuğu nasıl olacak? Beni dinle; o gün sana yarayacak olanı söyleyeyim mi?” diye tekrar sordular.

Ebû Zer büyük bir heyecanla: “Evet yâ Resûlâllah! Anam ve babam yoluna feda olsun!” karşılığını verdi. Bunun üstüne Salallahu aleyhi vesellem, şöyle buyurdular: “Yeniden dirilme günü çok sıcak bir gündür. O gün ferahlamak için şimdiden oruç tut! Kabir yalnızlığı için gece karanlığında iki rekât (teheccüd) namazı kıl. Kıyametin büyük hadiseleri için bir kere hacc et ve muhtaca bir sadaka ver. Ya haklı yere bir söz söyle yahut kötü bir söz söylemekten dilini alıkoy!” (İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Kitâbü’t-Teheccüd; Gazâlî, İhyâ, I, 354)

Tablo net, hiçbir akçenin, paranın, malın, mülkün ve makamın geçmediği ahiret için takva azığına sarılmak; yani Allah’ın emirlerine uymada ve nehiylerinden kaçınmada da hassasiyetle hayatı idame etmek gerekir.

Şüphesiz farklı coğrafyalarda nice muvahhid, insanların dünya ve ahiret azığı endişesiyle sahanın zor şartlarına rağmen varlık mücadelesini sürdürüyor. Bu bizi gafletten ve dünya meşgalesinden silkinmemize sebep olmalı değil mi?

Ya Şehit El Benna’nın ihvanına yaptığı “malınızın bir kısmı ile davaya katılın, üzerinize farz olan zekâtı cemaate verin. Geliriniz ne kadar az olursa olsun, ondan fakir ve yoksullara bir hak ayırın” çağrısı…

Öyleyse ölüm kapımızı çalmadan en güzel şekilde ibadetle, zikirle ömrü tezyin etmeliyiz; mazlum coğrafyalarda ve mahzun gönüllerde umudu yeşertme endişesiyle koşturan iyilik kahramanlarına malımızla, canımızla, imkânlarımızla katkı sunmalıyız. Şüphesiz kim zerre kadar hayır yaparsa geçerli akçe olarak ahirette bunu bulacaktır. (Zilzal/7)

Rabbimizin, bizi de; ömrünü ilim, ibadet, güzel ahlak ve takvayla ziynetlendiren malıyla, infakıyla sadakasıyla da mahzun gönülleri okşayan mazlum simaları tebessüm ettiren iyilik kahramanlarından kılması temennisiyle, vesselam.