Allah rahmet etsin, Aliya “savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir…” demişti.
Ne kadar yerinde bir tespit; zalimle savaşırken zalimleşmek: Hak, adalet kavgası verirken insanlıktan, insaftan, haktan ve hukuktan uzaklaşmaktan daha büyük bir mağlubiyet olur mu?
Ya da tesettürün kavgasındayken moda melanetine kapılıp ucubeleşenlere ne demeli?
Peki; adaletten nasipsiz, sömürüye, güç ve menfaate dayalı kapitalist dünya düzenine karşı cihat nutukları atarken şartlara paralel çarpık düzene adapte olan “mücahitken mütahitleşenler”…
Bir de mahalle baskısına boyun eğip veya zaman değişti palavralarına sırtını dayayıp gösteriş, lüks, moda, şatafat yarışında bayrağı kapıp ihlas, iffet, sadelik ve tevazu erdemlerine sala okuyanlar var.
Tarih boyu hayatını idame ettiği zaman ve zeminde Allah için yaşamayı gaye edinen, bu hedef uğruna bedel ödemiş ve ödemeye devam eden kardeşlerden miras kalan dava ve kavga bu mudur?
Müslüman insanın kavgasını verdiği, inandığı, adandığı dava bu değildir, olamaz. Evet, zaman ihtiyarladıkça şartlar değişti, teknoloji gelişti, maddi imkanlar arttı, insanlar refaha ulaştı. Buraya kadar bir anormallik yok, fakat maalesef ki insanlar bu gelişime ve değişime paralel bir şekilde; değerleriyle, erdemleriyle, hassasiyetleriyle varlıklarını sürdüremediler. Lükse, şatafata, gösterişe, enaniyete ve harama endeksli ithal hayat tarzları; batıdan ekranlarımıza, ekranlardan billboardlarımıza ve AVM’lerimize, oradan da hayatımıza sokuldu. Öncesinde bu bir kültür asimilasyonu projesiydi; fakat toplum olarak hassasiyetlerimizi, değerlerimizi bir köşeye bırakıp bu haramvari hayat tarzını benimsedik, özümsedik, sahiplendik. Ne acı ki artık aramızdan bunun ölümüne kavgasını verenlerimiz var.
Kimileri bu sosyal değişimin abartılmaması gerektiğini düşünebilir. Lakin insanın kavgasını verdiği değerlerinden soyutlanıp düşmanına benzemesinden daha acı bir vaziyet yoktur sanırım. Trajikomik bir durum ki mevcut üç kuşak arasındaki bu değişim ve dönüşüm bas bas bağırıp kendisini gözümüze sokmasına rağmen bu bizi hiç mi hiç rahatsız etmiyor.
Buyrun, Şeyh Şamil, Şeyh Said, El Benna, Azam ve Molla gibi nice öncünün baş koyduğu beldelerde küfrü, zulmü ve süfli hayat tarzlarını Müslüman topluma dayatacak İngilizlere, Ruslara ve Hindulara de gerçekten gerek kalmamış. Mazide Cemal Abdunnasır, (La)mübarek ve Kerimov gibileri bu gün Sisi, Kadirov, Hasina ve T.C menşeli yerli çağdaş Ebu Leheb gibi Batı adına İslam beldelerini demir yumrukla yönetenler veya bu küflü zihniyeti Müslüman mahallesinde pazarlayanlar, bu kültür emperyalizminin bizden çaldığı çocuklar değil mi? Bu manzara “men teşebbehe bi-kavmin ve hüve minhum” (Ebû Davud, Libas 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 50) ve "Bizden başkasına benzeyen bizden değildir" (Tirmizi, İsti'zan 7) hadisi şeriflerinin vücut bulmuş en somut şeklidir.
İşin vahameti tüm açıklığıyla gözler önünde.
Öyleyse haydi muhasebemizi yapalım. Ben kendimi kime benzetiyorum? Eğer Müslümansam, hamd olsun ki öyledir. Öyleyse inandığım Allah’a göre mi yaşıyorum. Yoksa mahalle baskısının, gösterişin, modanın, popülaritenin ve zamanın peşindeki sürüden sadece biri miyim?...
Rabbim, ayaklarımızı hakta sabit kılsın; zalimleşmekten, modadan, israftan, lüksten, gösterişten, zalime ve kafire benzemekten, gafletten, Allah için olan hassasiyetlerimizi, tepki ve reflekslerimizi kaybetmekten ona sığınırız. Amin. Vesselam.