Müslümanlar olarak kendi kelimelerimiz, kavramlarımız ve kendi tespitlerimiz üzerinde konuşmayalı iki asır buluyor. Yani batı medeniyetinin pozitivizmi ilahlaştırıp dünyaya hâkim olduğu günden beri. Yani kültürel sömürünün vuku bulduğu, zihni yenilginin kabul edildiği günden beri…
İş o raddeye geldi ki kendi, kendi kelime ve kavramlarımızı da artık düşmanlarımızın niyetleri üzerine yorumlama gafletini gösterebiliyoruz. İyiyi-kötüyü zalimi-mazlumu, Şii`yi-Sünni`yi İslam düşmanlarının tarifleriyle öğreniyoruz yıllarca Saddam`ı bir Sünni diye tanıttılar. Öyle ki bazı İslami kesimler ona “Büyük İslam Mücahidi” muamelesi yaptı. Maliki Şii diye lanse edildi, kimisi onu kurtarıcı gördü.
Şimdi de Avigdor Liberman`ın bir süre önce işaret ettiği “İran`a Karşı Sünni blok oluşturmalı…” şeklindeki projenin uygulanışına tanıklık ediyoruz.
O. Doğuda yeni ve güçlü bir oluşuma doğru gidiliyor, ancak baş aktörlerin Sünnilikle Şiilikle hiçbir ilgileri olmadığı aşikârdır. Aynen selefleri (Kaddafi-Sedat-Saddam-Maliki- İbadi…) gibi. İslam Dünyasının bağrında yetişip, çeşitli konumlara gelen bu aktörlerin din ile (İslam`a) tek ilgileri de dine ve dindarlara açmış olduklar savaştır.
Batılı başkentler ile Tel Aviv`in yörüngesinde harekete den bu zevata bakıldığında uygulamaya koyuldukları projenin tehdit boyutu da ortaya çıkıyor.
İslam Dünyasında yükselmek trendine giren İslami uyanış ve direniş ruhundan korkanlar; Ortadoğu`daki diktatöryel statükonun devamı için güçlü bir şer ittifakına ihtiyaç duyarlar. Sisi Genaral Hafter, M. Dahlan, Suudi-BAE ve Bahreyn`den oluşan şer ittifakını ilmek ilmek dokuyanlar adına da “Sünni Blok” yaftasını yapıştırarak, ümmet içinde bölünmeyi tetikleyip hızlandırmakta, bu arada gerçek niyetlerini de ustalıkla gizleyebilmektedirler.
Altı üyeden oluşan bu şer ittifakının aktörlerine tek tek (veya toplu olarak) bakıldığında bunların en büyük özelliklerinin İslami düşünce sistemimiz ve hususen Ehl-i Sünneti temsil eden cemaat ve partilere hem teorik hem de pratik yönlerden savaş açtıkları görülmektedir.
Sisi darbeyle İhvanı yönetimden tasfiye ettiğinde, aslında İslam`ın siyaset boyutuna ve devlet yönetme potansiyeline darbe yaparak İslam`ın bu alanlarda bulunmaması gerektiğini ileri süren Batılı tezlere göre hareket etmiştir.
General Hafter, selamete doğru giden Libya`da isyan etmiş. Batılıların-israilin ve bu şer ittifakının desteğiyle, İhvana yakın bölgeleri tek tek ele geçirmiş ve “Carnegie Endonument” adlı düşünce kuruluşunun: “ Kaddafi dönemindeki istihbarat mekanizması yeniden görev başında…” tespitiyle yeni bir diktatörlük kurma aşamasına geçmiştir. BAE`nin hırslı ve gaddar veliahtı Prens Muhammed b. Zayed, ailesinin saltanatı uğruna İsrail ve ABD ile her türlü işbirliğine imza atarken Mısır-Suriye-Libya-Yemen ve Türkiye`de Müslümanlar aleyhinde bulunmaktan çekinmiyor. Suudi Hanedanı, sahip olduğu Selefi-Vahhabi anlayışı Ehl-i Sünnet`in yerine ikame etmek istiyor. Bu amaçla da İslam`ın gerçek temsilcileri olan cemaatlere ve partilere karşı neredeyse tüm dünyaya yayılan çok boyutlu bir savaş başlatmış bulunuyor. Filistin`in M. Dahlan`ı bu şer ittifakından aldığı güçle hem Mahmud Abbas`ı devirmeye hem de Gazze`de HAMAS`ın iktidarını sonlandırmaya çalışıyor. Tabi elindeki silahlı örgütüyle Ortadoğu`da taşeronluk yapmaktan da geri durmuyor. Bahreyn ise; siyasi ve ekonomik sermayesini, varlığını borçlu olduğu Suudi`nin emrine sunmuş bulunuyor. Manzarayı ortaya koyduktan sonra şu hayati soruyu cevaplanmalı: Birkaç hafta önce Mısır`ın kuzeybatısında açılışı yapılan Ortadoğu`nun en büyük askeri üssünde birlikte poz veren bu kişiler ve devletleri bir araya getiren “Siyasal İslam korkusu” iken İslami cemaat ve kurumların neden bir araya gelemedikleri araştırılmalı.