İsrailin son dönemlerde sergilediği pervasızlıkların tümü İslam Dünyasına birer meydan okumadır.  İsrail hava kuvvetlerinin belli aralıklarla Suriye`deki bazı hedefleri vurması, kaotik savaşın yaşandığı Suriye realitesinde pek yankı bulmasa da; Batı Şeria`da gittikçe artan “Yeni Yerleşimci Konutları” dalgası, Gazze`deki kuşatma şartlarının ağırlaştırılması HAMAS`ın yardım topladığı (Katar gibi) her yerin baskı altına alınması, sivil Filistinlilerin (Özelikle genç kızların) sokak ortasında vurulmaları… İslam Ümmetine aleni meydan okumalar ve hakaretlerdir.

Bu eylemler sürerken iki önemli hamle daha yapıldı ki bu hamlelerin birer “savaş sebebi (casus belli)” olduğu aşikârdır. Bu hamlelerin ilki Knessette onaylanan “Meccidi Aksa`da sabah ezanının yasaklanması” hadisesidir. İsrail O. Doğu ve ümmetin içerisinde bulunduğu iç çatışmadan cesaret alarak ezan yasağıyla Müslümanlara bir yoklama çekti. Bu yoklama sınavına Müslümanlar gerekli ve yeterli tepkiyi göstermeyince ikinci hamle Mescid-i Aksa`nın tedricen yasaklanması olarak geldi. Yani ezan yasağına sessizlik Mescid yasağını getirdi. Yahudilerin Mescid-i Aksa ile ilgili kadim hedefleri olan “Bu Mescidin yıkılıp yerine Süleyman tapınağının yapılması” ile ilgili planlarının hızlanarak uygulanması artık sır olmaktan çıktı.

Tevrat merkezli bir din devleti olan İsrailin temel beslenme kaynağı yerine Tevrat kökenli “Seçilmiş ırk, vaad edilmiş topraklar ve Dünya egemenliği” olarak formüle edilen tamamen nitolojik uydurmalardır. Irklarını daim kılmak adına ilahi kitabı tahrif etmekten çekinmeyen Yahudiler, Kudüs`ün başkent olduğu büyük israil devleti rüyasına adım adım yaklaşırken Hristiyanların da birçok konuda yardımcı oldukları görülür. Aslında her iki kesimin nihai hedefleri birbirine zıttır. Yahudiler “Süleyman Tapınağı (ki bu tapınak inşa edildiğinde ibadetleri-duaları ve kurbanları kabul edilecek!) ve büyük İsrail devleti” için çalışırken Hristiyanlar “Kudüs`te yürüyen tanrının (İsa`nın) krallığı” hesabıyla hareket ediyorlar. Ancak her iki kesimin mutabık kaldığı nokta “İslam ve Müslümanların imhasının şart olduğu” hususudur. Muharref Tevrat ve İncil`in yorumlarına göre “İnananlar ile kâfirler arasında son, büyük ve çok kanlı bir savaş olacak ve bu savaş ile Müslümanlar imha edilecek. Armagedon (çok büyük ve çok kanlı) savaşı denilen bu çatışma onların kaynaklarında Tel Aviv`in 55 mil kuzeyinde gerçekleşecek. Tabi her iki kesime göre de kâfirler (haşa) Müslümanlardır. Ancak Hristiyan ve Yahudilerin savaştan sonraki yorumları birbirinden farklıdır. Yahudiler; dünya egemenliğini kuracaklarını ve diğer insanlara efendilik yapacaklarını iddia ederken Hristiyanlar; bu zaferden sonra Yahudilerin doğru yolu bulup Hristiyan olacaklarını söylerler.

İslam Âlimleri Hadis-i Şeriflerden yola çıkarak böyle büyük ve nihai bir savaşın yaşanacağını, bu savaş esnasında Yahudilerin taşların ve ağaçların arkasına saklanacak kadar ağır bir yenilgiye uğrayacaklarını söylerler. Hakeza Hristiyanlar da yenilecek ve bir kısmı Müslüman olacaktır. İşaretler Şam civarındaki Amik ovasını savaş alanı olarak gösterirken İslam âlimlerinden Şeyh Nazım Kıbrısî “bu savaşın hicrî 1433`ten sonra” gerçekleşeceğini belirtir. İlginç bir tevafuk bu tarihi Suriye ve savaşının başlangıç tarihidir. En az bunun kadar ilginç bir tevafuk da 1917 tarihli okültik (gizemli) Kabala metninde Armagedon savaşının tarihi olarak 2017 sonrası gösterilir.

Hülasa; tarihi tam olarak bilinmese de siyonistler ve Yahudiler`le büyük bir savaş olacağı kesindir. İslam ülkelerinin, İslami cemaatlerin ve tek tek her Müslümanın kendisine sorması gereken sorular var; birlik vakti gelmedi mi? Ben-Biz bu karşılaşmaya ruhen-amelen hazır mıyım? Hazır mıyız? Safım(ız) net mi?