Günümüzde devletler genel siyasetlerini “Ulusal çıkarları” çerçevesinde belirlerler. Bu bir yere kadar anlaşılır bir durumdur. Ancak tüm insani hakların, doğal/pozitif hukukun, evrensel insani hak ve hürriyetlerinin, insanı anlamlı kılan fıtratın yani vicdanın bu çıkarlar uğruna çiğnenmesinin kabul edilir yanı yoktur, olamaz.
Ulusal çıkarlarını “mutlak çıkarlar” olarak değerlendiren İsrail, her türlü insani-dini-vicdani-hukuki hakları pervasızca çiğneyen ülkelerin başında gelir. Mevcut İsrail yönetiminin ve devletinin insanlığın total birikimine kazandırabileceği ahlaki-insani hiçbir değer olmadığı gibi, uygulayageldiği politikalar insanlığın var oluş serüveninde ciddi travmalara yol açmaktadır. İsrail`in insan haklarını ihlal konusunda sergilediği her pervasızlık bu konuda yeni bir çığır açmaktadır.
İsrail`in her gün sistematik olarak sürdürdüğü militarize eylemlerin bir insanlık suçu olarak değerlendirilmesi ve BM ile Lahey Adalet Divanı`nda “insanlığa karşı işlenen suçlar” kapsamında yargılanması gerekirken BMGK beşlisi tarafından kollanması “alınabilirse” ibret ve mesaj olarak yeterlidir.
Siyonist yönetim başta ABD olmak üzere NATO ve BMGK`nin verdiği desteği doğru okuyarak anlıyor. Bu destekten yola çıkarak hukuksuz uygulamalarının dozajını her gün artırırken, İslam dünyasıne yazık ki diğer konularda olduğu gibi bölünmüşlük sendromununetkisiyle kamplaşıp mezkûr güçlerin elinde satranç tahtasına sürülen birer piyon olmaktan kurtulamıyor.
İslam dünyası ihvana yapılan darbeden sonra İsrail`in en vahşi soykırımının denemelerine dâhil gür ses çıkaramamışken, Siyonistler çok ince hesaplarla hâkimiyet alanlarını genişletmekteler. Aslında Siyonistler bu stratejik planlamalarına 1948`de başlamışlardı.Bu planlar adım adım uygulanmış ve bugün İsrail, mevcut konumuna gelmiş, Ortadoğuharitaları da birer birer değişmeye başlamıştır.
Siyonist projeye göre, önce milyonlarca Filistinli Müslüman kendi topraklarından sürülmüş, mülteci durumuna düşürülmüştür. 1948 ve 1967 galibiyetleriyle O.Doğu`da tutunmayı başaran Siyonistler, bezdirme politikalarıyla Filistin`i,buranın yerli halkı için yaşanmaz kılmaya çalışarak yavaş yavaş işgalini genişletmiştir.
İsrail yıllardır süren kazı çalışmalarına “Arkeolojik Kazı” kılıfı uydurarak Mescid-i Aksayı yıkım eşiğine getirmiştir. İki bin yıldır hayalini kurduğu “Süleyman Tapınağı” ile Kudüs`ü ve Filistin`in tamamını arz-ı Mev-udun ilk parçası olarak ilan etmeye odaklanmıştır. Gelinen noktada ümmet için vahim hatalardan biri de İsrail sorunun küçümsenmiş olmasıdır. Sorun önce Ümmet ile İsrail arasındaydı. H.Kissinger ve onun temsil ettiği derin yapıların yoğun çalışmaları neticesinde bu kavga sırayla Arap-İsrail sorunu, sonra Filistin-İsrail sorunu haline getirildi. Kavganın tüm yükü Filistinlilerin zayıf omuzlarına yüklendi. Ancak Siyonist mantık cepheyi daha da küçültme gayesiyle Oslo antlaşması gibi bir zillet mutabakatını “Arafat`ın Zaferi” gibi göstererek,El Fetih`i düşman olmaktan çıkardı. İsrail bu gün tüm kavgasını direnen,boyun eğmeyen, taviz vermeyen ve onun siyasetine teslim olmayan İslami gruplara(Hamas`a, İslam-i Cihad`a) karşı veriyor. Gazze Şeridi`ne yapılan işgal denemeleri ve sık sık tekrarlanan hava bombardımanları bunun için yeterli kanıttır.