Bir medeniyetin üstünlüğü ne ile ölçülür? diye sorulsa, verilecek en kısa cevap galiba şöyle olur; “insanlığa kattığı değerlerin oranıyla ölçülür.”

Değerlerin başında da; fıtrat kaynaklı erdem ve ahlaki öğeler bulunur. Onur, iffet, izzet, fedakârlık, şecaat, yardımlaşma, doğruluk… gibi ahlaki yetilerle donanmış toplumların çok güçlü ve emsal bir görüntü arz ettiği kesindir.

Manevi ilkelerin yanı sıra maddi unsurlar da medeniyetleri zaman ve mekân sathında taşıyan etkenlerdir. Kendi zamanın da çığır açan buluşlara, yeniliklere imza atan medeniyetler, insanlığın ortak hafızasında kalıcı izler bırakırlar. Teknolojik, yenilikler ile sanattan mimariye, edebiyattan sanayiye-ziraiye… her alanda yapılan atılımlar medeniyetlerin raf ömrünü uzatacağı gibi insanlığın tarihi yürüyüşünde daima hayırla yâd edilmelerine vesile olur.

Bu konuda İslam medeniyeti üzerinde, yıkıcı yapısı kısmi olan Hint, Çin ve İran medeniyetleri örnek gösterilebilir. Ancak insanlığın son üç yüzyılını adeta rehin almış olan Batı Medeniyeti için aynı şeyi söylemek imkânsız görünüyor.

Grek ve Roma`nın inanç-kültür dünyaları üzerine eklenen Hristiyanlığın mutasyon geçirmiş haliyle batı medeniyeti; sömürdüğü ve yağmaladığı diğer uygarlıklar sayesinde insanlığa ciddi maddi miras bıraksa da, geliştirdiği düşünsel akımlar ve yaşam tarzı ile dünyada en büyük eser olan ‘İnsanı` (ruhen) öldürmüştür. İnsanı insan kılan en büyük değeri, şüphesiz onun ruhen ulaşabildiği seviye ile ölçülür. Bütün inanç sistemleri temelde insanın ruhuna yatırım yaparak onu besleyerek kendilerini anlatırlar. Yani inancın merkezinde ruh vardır, maneviyat vardır. Ve haliyle gayb âlemi vardır.

Doğudan, batıya (inka-maya-aztek) yeryüzünde taban imkânı bulan bütün inançlar ve bu inançların yörüngesinde neşvünema bulan medeniyetler insanın bu yönü ile özellikle meşgul olurken, son üç asra damgasını vuran batı, en büyük yatırımını insanın maddi yönüne yapmıştır.

Bu maddi yön; insanın biyolojik ve fiziksel çehresi olduğu gibi maddi varlıklar âleminin diğer unsurlarıdır da. Her şeyi pozitivist bakışla analiz ettikleri için vücuda getirdikleri yeni inanç sistemi tam bir ucube şeklini almış, düşünce sistemi ise her yönüyle övünmesine rağmen insanlığa doyurucu bir kurtuluş reçetesi sunamadığı için sürekli değiştirilmektedir.

Tahrif edilen semavi dinin (İslam`ın) kolları olan İsevilik ile Musevilikteki ilah inancı rayında çıksa dahi vicdani yükümlüklerde denetör vazifesi görmesine rağmen batının yeni inancında “rab-ilah” bellediği “para şehvet, hırs, hedonist, haz ve hız” gibi tamamen şeytani ve nefsani imalatlarda hiçbir vicdani temayül-denetim bulunmamaktadır. Bu manevi mahkemenin yaptırım gücünün yerine yine tamamen maddi olan “hukuk-ceza sistemi” geliştirilmiştir.

Batılının bu inanç ve düşüncesiyle manevi ve vicdani değerlerinden kopan insan ‘özgürlük!` kavramının sınırlarını zorlayarak şimdiye kadar tarihte eşine rastlanmayan yeni model bir insan çeşidi ortaya çıkarmıştır.

Kısaca her şeyi hazza, hızla dönüştüren “Carpe Diem!-anı (sınırsız)yaşa!” sloganını hayat felsefesi yapan, ruhsuz dolaşan bir “beşer türü” ortaya çıkarmayı başardı. Sadece güzel olanı, sanatı, estetiği, cinselliği… değil, vahşeti-katliamı, iğrençliği ve her türlü değersizliği, ahlaksızlığı da hazza/eğlenceye/şova/reklama… dönüştürebilen bir beşer türüdür bu.

Ne yazık ki bu batılı, insan nesline karşı işlemiş olduğu bu büyük cinayetten dolayı hesaba çekilmeli ve tarih sahnesinden silinmeli iken; hâlâ bu dehşet döngüsünü sürdürmekte ve toplumları, nesilleri postmodernizm dininin çarkları arasında öğütüp durmaktadır.

Bu konuda ona en büyük yardımı her beldede mebzul miktarda bulunan “Amerika rüyası” kuran hayalperestlerin yaptığı söylenebilir.

Özetle; insanlık tarihinin en parlak ve en verimli öğelerini barındıran İslam Medeniyetinin, insanlık için tek ve son alternatif olduğu bir daha kedini göstermiştir. Çünkü batı medeniyetinin karşısında İslam`dan başka durabilecek hiçbir medeniyet kalmamış, kör-topal varlığını sürdüren Hint-Çin medeniyetlerinin de tam aksine batılılaşmayı özümsedikleri aşikârdır.

Öyleyse; inananlar sahip oldukları büyük hazineyi insanlığa taşımanın yollarını aramalı ve her hal û kârda da bu nimetten dolayı yüce Allah`a şükretmelidirler.