Büyük iktisadi zenginliklerin iki yolla elde edildiği söylenir. Bu yollar, savaş ve hırsızlıktır. İkisinin bir arada uygulandığı durumlarda ise zengin çok daha zengin, fakir çok daha fakir olur.

İkinci tarz zenginliğe en güzel örnek, batı medeniyetinin iskeletini oluşturan Avrupa`dır. Avrupa; başta Latin Amerika ve Afrika olmak üzere tüm Uzakdoğu`yu iliklerine kadar sömürüp soyarak bu halkların kan, alın teri ve gözyaşları üzerine şaşaa ile inşa olmuştur.

Hakeza ABD, kuruluşundan kısa bir süre sonra, startını verdiği emperyal dış siyasiyetiyle ulaşabildiği, baskı altına alabildiği her noktayı sömürüp yağmalamıştır.

Bugün; Batı dünyasının şatafat içindeki renkli şehirleri, kişi başına düşen yüksek geliri ve hatta oturmuş olan siyasal sistemlerinin temelinde dünyanın geri kalan milletlerinin katkısı vardır. Bu katkının batılı insanın katkısından aşağı kalır bir tarafı da yoktur. Ancak batılı daha zengin, daha obur ve daha obez olurken; Afrikalısı, Latini, Uzakdoğulusu, Ortadoğulusu batı kaynaklı sorunlarla uğraşmaktan başını kaldıramamakta ve haliyle daha fakir, daha aç ve daha zayıf olmaktadır.

Süregelen sömürü ve talandan en çok etkilenen bölgelerden biri Ortadoğu yani İslam coğrafyasıdır.

I.Dünya savaşı sonrasında Trans Atlantik ve Siyonist bloğun en çok ilgilendikleri bölgedir bu Coğrafya.

XX. yy. başlarında Siyonist hiyerarşide başrol oyunculardan olan Rostchild`lere ait olan “Standard oil” petrol şirketi ile başlayan Ortadoğu petrol yataklarının parsellenmesi gerçeği bir süre sonra yerini “7” kız kardeş” denilen (Shell-BP-Exxon-Mobil-Chevron…) gibi dev bütçeli sömürü kartellerine bıraktı.

Bu kartellerin gücü, kendini 1953`te İranda Başbakan Musaddık`a darbe hadisesinde gösterdi. Musaddık ülkesinin petrol üretimini millileştirmek istemiş ancak Shell ile imzalanmış olan mevcut antlaşma ABD-İngiliz darbesini getirmiştir.

İslam Coğrafyası üzerindeki tesirlerini artırdıkları oranda ülkelerin iç işlerine müdahil olan batılı güçler XX. yy`ın ikinci yarısından sonra “Stratejik iki ürün olan Petrol ve Doğalgaz`ın kontrolünü kendi ulusal güvenlikleri açısından stratejik unsur olarak değerlendirmeye başladılar.

Hal böyle olunca da bu coğrafyadan kaos eksik olmadı, olmuyor. Batılının önünde durabilecek, oyunlarını bozabilecek yegâne düşünce İslam ve İslam`ı bir yaşam tarzı olarak kabul eden özgür Müslümanlardır. İslami duyarlılıkla ülkelerine, insanına ve yer altı/yerüstü zenginliklerine sahip çıkmaya çalışan şuurlu Müslümanlar Ortadoğu`nun dört bir yanında illegal ilan edilip önce kriminalije edilmeye sonra da terörist ilan edilmeye başlandı.

Oysa batılı güçlerle iş tutan diktatörler, darbeciler, kurum ve kuruluşlar süregelen algı operasyonlarıyla parlatıldı, el üstünde tutuldu.

Körfez krallıkları ABD ve İngiliz korumasına karşılık petrol ve doğalgazlarını gemi filoları ile batılı ülkelere akıtmaktadır. Bu alışverişin karşılığı olması gereken cash/nakit para ise bi tamam haliyle asla Körfez ülkelerine gelmemektedir. Sadece Suudi`nin ABD`de kalan meşhur 750 milyar doları olduğu düşünülürse (ki bu rakam resmi olandır, gayri resmi olanı bilinmemektedir.) körfez emirliklerinin toplamdaki paraları trilyonlarla ifade edilebilir. Kendi halkının (ve de ümmetin) öz sermayesini batılı bankalarda işlemek zorunda kalan bu ülkeler, haçlı ve Siyonist baronlarını olabildiğince beslerlerken kendi vatandaşlarını ve ümmetin fakirlerini ya görmezlikten gelirler ya da magazinsel malzeme yönüyle ilgilenirler.

Küçük Körfez Emirliklerinin (Kuveyt-Katar-Bahreyn-BAE) lüks şehirleri ve kişi başına düşen milli gelirleri örnek gösterilerek insanlar aldatılıyor. İlk bakışta sanki bu emirlikler tam bağımsızmış, kendi petrol ve doğalgazlarından tamamıyla istifade ediyorlarmış gibi görünürler. Ancak her birinin petrol ve doğalgaz geliri ile elde ettikleri karları normalde bu küçük şehir devletlerini değil tüm Ortadoğu`yu şad etmeliydi. Emirliklere ve Suudi krallık ailesine sağlanan koruma kalkanı uğruna ümmetin, bu bölgedeki zenginlikleri batıya taşınmakta, yatırımlar batıya yapılmaktadır. Kısacası aslan payını daima batılı almaktadır.

İslam dünyasında liderlik mevkiinde bulunanlar, batı ile ilişkilerini efendi-uşak yörüngesinde sürdürdükçe bu liderlerin niteliğine bakılmaz. Yeter ki küresel projeler konusunda engel olmasınlar.