Adana’da yaşanan menfur saldırı ile nur yüzlü Sacid kardeşimizin şehadeti ve yaralanma hadisesi yüreğimizi sızlattı.
Allah (CC) şehide en ali makamları yaralıya da acil şifalar versin.
“Dedem anlatırdı” demişti eski bir şiirde.
Şimdi de bir kardeş anlatıyordu:
Tam saha bir mahalle baskısıyla o kadar üzerimize geldiler ki artık kendimizi savunmak için bile olsa bir şey yapmaz yapamaz olduk.
Yıllarca sesimiz çıktığı kadar bağırdık çağırdık “Biz nefs-i müdafaa yaptık, bunun dışında kimseye bir zararımız dokunmadı…” Diye.
Ama nafile ‘Kurt kuzuyu yemeyi aklına koymuştu. Nefs-i müdafaa yaparak canını, malını, namusunu… namussuzların şerrinden korumak için gayret gösterenler ya cezaevlerine atıldı ya toprak altına…
Laik- Kemalist- SOL ve tabii ki FETÖ basınının koro halinde ‘Katiller- domuz bağcılar…’ nakaratı bir hakaret halinde devletin güvenlik bürokrasisinin arşivinde yerini buldu.
Artık insanlar ve dahi kurumlar, bu damgadan kurtulmanın gayreti içine girerek kendini ispatlamaya çalışmakta…
Oysa herkese meşru görülen müdafaa hakkı, söz konusu Müslümanlar olunca ‘Saldırganlık’ olarak tarif buluyor.
İslam’ın, tahrif edilmiş Hristiyanlıktaki ‘Sol yanağına tokat atıldığında sağ yanağını çevir’ şeklindeki münzevi zilleti kabul etmediği yakinen bilinmektedir.
İnsanların ne yapması bekleniyor?
İçeriye elinde bıçakla dalıp önüne geleni doğramaya çalışan bir gözü dönmüşe karşı çiçek mi atılmalı? Yoluna gül mü serpilmeli?
Elbette ki saldırgana ve saldırının türüne göre davranılmalıdır.
Zaten en acı şeylerden biri de bu olsa gerek;
Meskûn mahalle bir cani dalıyor ve hiçbir darbe- yara almadan elini kolunu sallayarak hem de tehditler savurarak çıkıp gidiyor.
Oysa başkasının mekanına saldıran birinin bu kadar rahatlıkla elini kolunu sallayarak tehditler savurması çok da normal değil.
BIRAKIN ŞU CEP TELEFONLARINI DİYESİ GELİYOR İNSANIN BAZEN
İnsanın kınadığı her durumu imtihan gereği yaşaması söz konusu olsa da eleştirdiği şeyleri yapması hoş değildir elbet.
“Karşısında mücadele ettiğimiz insanlara dönüşeceksek mücadele etmenin ne anlamı kalır?” diye sormuştu merhum Aliya İzzetbegoviç.
Bazı acı gerçekleri söylemek gerektiğini düşünüyorum.
Hiçbir şeyin tozpembe olmadığı günlük hayatımızda sıradan bir davranış olarak sürekli yerdiğimiz telefon kamerasıyla devamlı ve her şeyin çekimini yapmak gibi.
Şehid Sacid’in cenaze merasimini uzaktan TV’den izlemek zorunda kaldık.
Burada rahatsız edici derecede bir telefon kullanımının olduğu göze çarpıyor.
Şehidin örtüsü son bir kez açılacak…
Onlarca telefon hazırda bekliyor… Yoğun bir duygu seli eşliğinde bu nasıl olabilir.
Mezarlığa gidiliyor, onlarca telefon çekim yapıyor… Yine yoğun bir duygu seli esnasında bununla uğraşılır mı? Sorusu akla hücum ediyor.
Nitekim çok sayıda şehidin defin işlemine iştirak etme bahtiyarlığı yaşama ve o anların duygu selinde aşka gelmenin ne demek olduğunu bilen bir kardeş bu yaşananları görünce ‘Keşke bu cep telefonlarını hiç görmeseydim!’ demişti.