Erdoğan kısa bir süre önce Soçi’de Putin ile yaptığı görüşmeden sonra yaptığı açıklamada ‘Suriye istihbaratıyla görüşüldüğünü’ söylemişti.

Bu açıklamanın etkileri daha sürerken Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu’nun çok tartışılan açıklaması düştü basına.

Çavuşoğlu, Ankara’da düzenlenen 13. Büyükelçiler Konferansı’nın son gününde yaptığı basın toplantısında, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad'la 10 ay önce yaptığı görüşme hakkında ilginç bilgiler verdi.

"Uzun zamandır Putin ve Rus yetkililer Esad ile cumhurbaşkanımızı görüştürmek istediler. Cumhurbaşkanımız da istihbaratların görüşmesinin faydalı olacağını söylemişti. Bir ara istihbaratlar arasında görüşmeler olmuştu geçmişte. Daha sonra kesintiler oldu şimdi tekrar başladı."

Anlaşılan o ki; Türkiye ısrarla Kuzey Suriye’ye geniş çaplı bir operasyon yapmak istiyor.

Ancak bunun için ne Ruslardan ne de ABD ve Batılı müttefiklerinden(!) onay çıkmadı.

Operasyon konusunda kararlı olup bunu ‘Stratejik bir güvenlik meselesi’ olarak anlatan Türkiye’nin ise bu konuda bazı tavizler vereceği anlaşılıyor.

Gerek iç siyasette gerek dışarıda yoğun bir baskıyla ‘Türkiye’nin Esed yönetimiyle direkt görüşmesini’ isteyen kesimler çabalarının karşılığını alıyorlar.

Türkiye öncelikle İstihbarat nezdinde bu görüşmeleri başlatmış ve bu durum kimseyi rahatsız etmemişti.

Ancak şimdi siyasi görüşmeler konusunda yeşil ışık yakılması ve hemen akabinde MHP lideri Bahçeli’nin bu görüşmelere destek verdiğini belirtmesi başta Suriyeli Muhalifler olmak üzere, Mülteciler ve Baas Rejimi karşıtlarında derin endişelere yol açıyor.

Bu endişe Türkiye’ye karşı bir öfkeye dönüşmek üzere.

Özellikle Çavuşoğlu'nun "Muhalefetle Suriye'deki rejimi bizim bir şekilde anlaştırmamız lazım. Aksi takdirde kalıcı barış olmaz" açıklaması, Kuzey Suriye’de Türkiye destekli grupların kontrollerindeki bölgelerde öfkeye ve protestolara yol açtı.

Protestocular, Halep'in kuzey kırsalında Azez, Suran, İhtaymilât bölgesinin yanı sıra Haseke'de Serekâniye (Rasulayn), Rakka vilayetinde Tel Abyad ve İdlib'de Çavuşoğlu'nun sözlerine karşı öfkelerini gösterdiler.

Bununla yetinmeyen protestocular, Türkiye bayrağı yakma ve Türkiye askeri konvoyunun geçişini engelleme gibi sembolik ama bir o kadar da önemli eylemlerde bulundular.

Tabii ki bu tür eylemler Türkiye’nin alışık olmadığı eylemler.

Devlet nezdinde bu olayların çeşitli yorumları yapılsa da halk nezdinde farklı atraksiyonların gelişmesine yol açacağından korkulur.

Hele hele Siyaset arenasında Hitler özentisi tiplemeler cirit atıp faşizan sloganlarına rahatlıkla mecra buluyorken bu protestoların yine Suriyeli mültecilere zarar vermesinden endişe edilir.

Oysa akl-ı selimle bu olaya bakıldığında 2011 yılında daha iç savaş başlamadan önce yapılması gereken şeyin ‘Silahın değil, adalet ve hukukun hakemliğine başvurmanın gerektiği’ konusunun anlaşılmasıydı.

Baas Rejiminin kanlı iktidarını elinde bulunduran Nuseyri azınlığın olası seçimlerde hiçbir şansının olmadığı göz önüne alındığında tüm çevrelerin ‘Adil bir geçiş süreci için’ baskı uygulayarak ülkeyi bir an önce seçime götürmeye zorlamaktan başka çare bulunmuyor.

Görüşme masasında galip bir Baas Rejimi iktidarı olarak oturacak Esed Ailesinin elinin güçlü olacağı ve iktidarının ömrünü uzatacağı da ayrı bir gerçek.

Ancak gayr-i resmi olarak parçalanmış ülkede her gün kanın akması ve dış güçlerin ülkede konuşlanmış bulunması da Siyonist İşgal Rejiminin işini kolaylaştırdığı gerçeğini de unutmamak lazım.

Muhaliflerin de kendilerine yönetimde yer bulacağı (Kısmen de olsa) adil bir düzenleme yapılması en azından kanın durması ve dışarıya göçün engellenmesi açısından hayatidir.

Yoksa Türkiye’nin sırf Kuzey Suriye’ye operasyon yapma ve o bölgeyi kontrol edebilme adına Mülteciler ve Muhalifler adına tavizler vermeye hazır olması ya da onlar adına Baas Rejimiyle konuşması beraberinde birçok soru işareti ve sıkıntıyı getirecektir.

En azından 10 yıldır sahip çıktığını söylediği Mülteciler ve eğitip donattığı Muhalifleri Kürd Bölgesi karşılığında Baas Rejimine sattığı iddiaları daha çok dillendirilecektir.