Halk arasında bir deyim var “Akıllısı bizi bulmaz, delisi de bizden vazgeçmez!” diye. İnsanlar bu sözü rahatsız oldukları kişiler için kullanır. Yani ne yapayım delidir işte! Cinsinden.

Son günlerde Türkiye’de yaşanan bazı hadiseler bana bu sözü hatırlattı önce. Ancak daha dikkatli bir bakınca “Yok canım bunlar bayağı da akıllılar!” dedim. Hem “Akılları pazara çıkarmışlar herkes yine aynı aklı satın almış!” yani herkes aklından memnun. Neden kimisine durduk yerde “Deli” derler anlayamıyorum. “Yeryüzünde en adil dağıtılan şey akıl’dır, ondandır ki herkes aklından memnun!” demeleri boşuna değil elbet.

Hal böyleyken ne oluyor da bu ülkede büyük bir kesime, daha doğrusu yaptıkları işlere “delilik” atfediliyor?

Tahmin ettiğiniz gibi yeminli Solcu-Kemalist zihniyet sahiplerinden bahsediyorum. Doğrusu uzun yıllardır iktidar hasreti çektikleri için öf pöf’lerine nispeten anlam verebiliyorduk. Ancak son yerel seçimlerde görüldü ki yarım muhafazakâr yarım Kemalist propaganda yapıldığında, bir zamanlar Demirel’in peşinden giden halkın teveccühü tekerrür edebiliyor. CHP Ankara ve (özellikle) İstanbul’u kazandıktan sonra “Bu tarz bir kurnazlıkla halkı arkamdan sürükleyebiliyorum!” deyip sessizliğe bürünür, gelecek seçimlere hazırlanır diye bekleniyordu.

Ancak öyle olmadı, mızrak çuvala sığmazmış. Solcu-Kemalist zihniyet kazandığı birkaç küçük zaferle birlikte “Yıllardır intikam yeminleri ediyormuşçasına” kırmızı görmüş boğalar misali ülkenin dört bir yanında İslami değerlere ve Müslüman şahsiyetlere sözlü ve fiili saldırılar başlattılar.

Sosyal medyada İslam’a ve Müslümanlara ağza alınmayacak hakaretler ve küfürlerde bulunanlar, metrolarda sakallı cübbelilere hakaret edenler, başörtülü genç kızların örtüsüne saldıranlar, (20 okulda organize bir şekilde)  okullarda çocukları Mustafa Kemal’e secde ettirmeler…

90’lı yıllardan da geriye gidiş söz konusu. Öyle ki “Ellerine fırsat geçse Müslümanları bir kaşık suda boğacaklar!” endişesi oluşuyor. Bunca azgınlığa rağmen ne hükümet sözcülerinden ne iktidar partisinin sözcülerinden ne adalet bakanlığından ne Cumhurbaşkanlığı basın ofisinden veya Beştepe’den hâlihazırda bir ses (ama güçlü bir ses) çıkmış değil.

 Asıl endişelerden biri de beklenen açıklamanın “Bir deliye bir provokatöre indirgenerek” örtbas edilmesidir.

Çünkü bu ülkede ne zaman İslam’a ve Müslümanlara bir saldırı olsa yapan kişi ya savcı yüzü görmez ya da görse dahi “Provokatör veya deli” diye nitelendirilip iş tatlıya bağlanır(!) Tabii savcılar düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirip “Soruşturmaya gerek yoktur” kararı vermemişlerse.

Karaköy’de bir “Cumhuriyet kadınının” iki başörtülü genç kıza saldırıp birinin başındaki örtüyü çıkarmaya çalışması olayında o cenahın, sosyal medyada hemen “Bu delidir” propagandalarına inanmadığım gibi manidar buldum “Bir ülkede bu kadar mı deli olur?  diyesim geldi.

Solcu ve Kemalistlerin yaptıkları saldırıdan bu kadar kolay sıyrılmalarına elbette ki dindar kesim(in ezikleri) yardımcı oluyor. Kendilerini ve dinlerini bir kaşık suda boğacak bu insanlara karşı en büyük yardımları onlara “Provokatör” damgası vurmalarıdır. “Bir ülkenin bu kadar provokatörü varsa hali haraptır!”

Sokakta açık giyimli bir bayana sözlü saldırıda bulunan birisi “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçlamasıyla mahkemelerden en ağır şekilde ceza alır. Kimse de çıkıp “yok delidir, yok provokatördür” demez. Hakkını yemeyelim bizim mahallenin ezikleri bunlar için de “provokatör” kelimesini kullanırlar. Maksat eşitlik olsun(!)

Dindar Anadolu halkına Kemalizmi benimsetmek Muhafazakar bir iktidara mı kalmıştı bilmiyorum ancak gelinen noktada okullarda yapılan “İbadet Ritüellerinden” başörtüsüne aleni saldırılardan herkesin ders alması gerekir.

Kemalizmi bir din olarak pazarlayıp ondan ticari ve ideolojik rant peşinde olanların bu pervasızlığını Türkiye’deki halkın inancıyla uğraşma yönüyle ele almak lazım.

Bu sahneleri gördükçe Üstad Necip Fazıl’ın Sakarya şiirini hatırlıyorum. Çok şey değişmemiş anlaşılan

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,

Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!”