Meşhur bir roman bağlamında teknolojik gelişmeyi, bunun hayatımızdaki etkilerini ve bunları üreten aklın hedeflerine işaret etmek istiyorum.

George Orwel’ın “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört” isimli alegorik eserinin distopik/ post-apokaliptik olması bir yana beni en çok ilgilendiren bugünümüzü anlatıyor olması. Romanda “Tek Parti” yönetiminin insanları “KONTROL” edebilmek için başvurduğu yollar anlatılır. Gelecek projeksiyonu için “Kabus senaryosu” dense de bu romanda anlatılan olayların günümüzde sıradanlaşmaya başladığını söylemek abartı olmaz.

Romanda geçen birkaç ifadeye bakalım: Dönemin şartlarına göre her zaman her yerde insanları izleyen tele-ekranlar yer almaktadır. Evlerde, caddelerde, iş yerlerinde Tele-ekranlar, düşünce polisleri her an ensenizdedir. Çalışmak ve uyumak dışında boş vakit olması bir suçtur çünkü Büyük Birader’ in gözü üzerinizdedir. İnsanların sohbet etmesi, bir gün önceyi düşünüp tartışmaları yasaktır. Tek bilinen gerçek o gün Büyük Birader’ in tele-ekrandan yaptığı yayındır. Rüyaların dahi denetim altında olduğu böyle bir zamanda evlilikler bile PARTİ’nin ayarlaması ile gerçekleşir… Çocuğun dahi ne zaman yapılması gerektiği tamamen partinin isteklerine bağlıdır.”

Kitabın 1948’de yazılmış olması, bir kısım insanın hakkında “Bu kitap ona yazdırıldı. George Orwel “AİLE” denilen ve başını Rostchild’lerin çektiği yapılanmanın bir üyesiydi!” tespitlerinin yapılmasına yol açtı. Romanda yazılanların uygulanmaya başlandığı ise artık aşikar. Ayrıca Çin’de bu kitabın yasaklandığı haberi bu kitabın Komünizm karşıtı olduğu iddiasıyla alakasının olmadığını romanda geçen “Big Brother- Büyük Birader” ile anlatılanın Çin olduğu gerçeğinden kaynaklandığını söyleyebilirim. Her yerin tele ekranlar ile gözetilmesini en kapsamlı anlamda gerçekleştiren de yine Çin’dir.

Çin yönetimi Doğu Türkistanlıları ve terörizmi gerekçe göstererek koca bir ülkeyi kameralarla donatmış durumda. Aslında terörizmin de bir bahane olduğunu asıl sebebin bu teknolojiyi ona veren aklın özelde bu gücü (Çin’i) genelde ise Çin eliyle insanlığı kontrol etmeye çalışması yattığını söyleyebiliriz. Bilindiği gibi Çin 20 milyondan fazla yapay zeka bağlantılı kamerayla şimdilik sokakları-caddeleri-AVM’leri kontrol ediyor. Bu dev gözetleme ağının temel hedefi güvenlik gösterilse de “Yakında bu kameraların sayısı 100 milyonu bulur, kamerasız alan kalmaz!” gibi söylemler insanı insan kılan en önemli değerlerden olan “Mahremiyet” konusunun hiç de önemsenmediğini gösteriyor. Sadece mahremiyet de değil; insani duygular, özel hayat, aile olma kavramı, çocuk yapma ve yetiştirme, sosyal birey olma, sosyal ihtiyaçlar, psikolojik roller gibi birçok kavramın kontrol altına alındığı bir dünya yaşanılır olmaktan çıkar.  

Kamera takip sistemi ile yüz tanımayı sağlayan teknolojinin birçok ülkede hızla yayılması da ayrı bir gerçek. Bu teknolojinin insanlığın değerlerini tehdit ettiğini fark eden bazı yetkililer çözüm için yasaklamayı denediler: San Francisco kent yönetiminin, polisin ve belediyeye bağlı diğer kurumların vatandaşları yüz tanıma teknolojisiyle teşhis etmesini yasaklamasının ardından Avrupa Komisyonu da yüz tanıma teknolojisinin kullanımını kısıtlamak için çalışmalara başladı. İngiltere'de Londra'nın en kalabalık bölgelerinden biri olan King's Cross'taki yüz tanıma teknolojisi kameralarının nasıl kullanıldığı üzerine soruşturma açıldı. Ancak tüm bunlar kamera takip sisteminin yaygınlaşmasının önüne geçemiyor.

Ülkelerin güvenlik güçleri doğal olarak bu teknolojiyi belli hukuki prosedürler çerçevesinde kullanacak ancak bu teknolojinin üssü olan Silikon Vadisi’nin Microsoft- Google- Youtube- Tesla- Amazon… gibi devlerinin arkasındaki asıl güç “İnsan kaynağını istediği gibi şekillendirme ve her şeyi kontrol etme” amacından vazgeçmeyecektir.