Kelimeler ve kavramlar toplumsal ve kültürel değerlerin ruhu gibidir. Bu yüzden bir kelime ve kavramın değişimi veya tahribi aynı zamanda toplumsal ve kültürel değerlerin tahribi demektir.
Bir atasözü, özdeyiş, deyim veya şiir olduğundan farklı bir dilde kullanıldığında, kulağa tatlılık veren bu ifadelerin, insana eza veren ifadelere nasıl dönüştüğüne şahit olmuşsunuzdur. Ortada ne kafiyeden ne rediften ve ne de ahenkten eser kalmamakla beraber anlam açısından daralmalar ve hatta yok oluşlar meydana gelir. Ve bu sadece başka dillere tercüme etmekle alakalı da değildir.
Örneğin; atasözleri ve deyimler kalıplaşmış ifadelerdir. Bunların yerine Türkçeden eşanlamlı kelimeler kullanmak bile anlam ve eser açısından bir yıkım meydana getirir…
Türk Dili ve Edebiyatı'nın yaşayan duayenlerinden olan Hayati İnanç Bey'in kendisine yöneltilen ” Stres kelimesi yeni bir kelime olmasına rağmen neden bunu hiç kullanmıyorsunuz?” sorusuna verdiği; “Onlarca farklı yaşantı ve duyguyu dilimizde on beş-yirmi tane kelime ile ifade edebiliyorken, neden onca duyguyu sadece tek bir kelimeye hapsedeyim?…” şeklindeki cevabı konunun önemini yansıtması açısından önemlidir.
Çok masumca gözükmesine rağmen ne kadar da vahim bir durum, değil mi?
Anne sütünün doğan bir bebek için önemi neyse, birey için de gözlerini açtığı bir toplumda edindiği ilk kelime ve kavramlar da o kadar önemlidir. Biri ferdi, diğeri de kültürü ve dolayısıyla da toplumu besler ve gelişimine katkı sunar.
Bu yüzden bir toplumun içine yabancı kavramların zerk edilmesi veya toplumun alışa geldiği kavramların, modern veya ulusalcı(tek tipçi) gerekçeler öne sürülerek başka ifadelerle biçilmesi veya değiştirilmesi bir facia değil de nedir? Bin yıllık tecrübe, bilgi, birikim, kültür ve değerler adına binler cinayet...
Demek ki; dili korumak toplumsal ve kültürel değerleri korumak demektir.
Bunun farkında olan bazı sinsi eller, İslami değerlerle şekillenmiş olan kültür ve değerlerimize ait kavramlara yönelik ciddi operasyonlar çekmekten biran olsun geri durmamışlardır.
Bunun adına da kimi zaman entelektüellik, kimi zaman çağdaşlık, kimi zaman ulusalcılık, kimi zaman millilik ile yerlilik kimi zaman da gelişim ve müsbet değişim demişlerdir.
Aslında kültürel değişimi sağlamak için aynı yöntemi Efendimiz de kuşanmıştır. Gittiği her yerde cahili kültüre ait kavramları İslami olanlarla değiştirerek ve İslam’a zıt olmayanları da olduğu gibi bırakarak cahili kültür ve adetlerle mücadele etmiştir. İnsan isimleri de buna dahildir. Yesrib şehrinin Medine olması, Müslüman olduktan sonra el Asi isminin(isyan eden) Muti olması gibi… Bir farkla ki; o da hak namına yapılmasıdır.
Batıl ehli de İslam'ı çağrıştıracak tüm kavramları unutturmak için; “Selamun aleykum” dersin, onlar "Günaydın!” derler. “Mübarek olsun” olsun dersin, onlar "Kutlu olsun “ derler. “Hayırlı günler” dersin, onlar “İyi günler” derler. "Ramazan Bayramı" dersin, "Şeker Bayramı" derler; "Kurban Bayramı" dersin, "Et Bayramı" derler.
Aynı zamanda bunların kitaplarında, dizilerinde, çizgi filmlerinde ve çocuklarında Ahmet, Mehmet ve Ayşe gibi isimlere neredeyse hiç rastlayamazsınız.
Yani anlayacağınız; kelimeler ve kavramlar, kültürel değerler açısından en büyük imtihanlarımızdandır. Bunun önemini yitirdiğimiz anda toplum olarak kaybetmeye mahkum oluruz.
Oynanan oyuna karşı “Ege, Gaga, Gugu” demeyi bırakıp doğan her bir çocuğumuzdan, her bir kurumumuza ve işimize kadar İslami isim ve kavramların korunması ve çoğalması için yarışa girmeli ve bu işe şu mübarek günleri anımsatan kavramları korumakla başlamalıyız.
Selam ve Dua ile