Bir eğitim ve öğretim yılının daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Eğitim kalitesi, müfredat, şu bu derken yine üzücü tablolarla karşı karşıya kalıyoruz.
İdealist bir eğitimci arkadaşım; “Hocam, yeni müfredatla ilgili ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda sadece; “Koca bir hiç!” demiştim. Bu cevap bir ümitsizlikten ve boş vermişlikten türeyen bir cevap değildi elbet. Ama gelin görün ki; eğitimciler camiası olarak öğüttüğümüz, öğütüldüğümüz veya öğütülmek zorunda bırakıldığımız bir sistemin içinde müfredatın hayatlara ne kadar dokunduğunu gelin beraber temaşa edelim.
Öğretmen merkezli bir eğitimden, öğrenci merkezli bir yaklaşıma geçelim dedik ama onu da başaramadık ve sonunda; “Kim ne der, kimi ne kadar memnun edebiliriz?” veli merkezli şovmenliğe çevirdik olayı. Veli memnun edilmeli, idareci memnun edilmeli, şu veya bu memnun edilmeli…
Edilmeli edilmesine de tüm bu memnuniyet yükünün altında ezilen çocukların yarın kimi ne kadar memnun edeceği fazla sorgulanamıyor maalesef. Daha doğrusu eğitimcilerin bir kısmı bunun farkında; ama sistem bunu gerektiriyor diyerek ve teslim bayrağını çekerek bu çarpıklığın çarklarının arasına kendisini bırakıveriyor.
Daha ilk okulda at gibi yarıştırılan çocuk, sürekli ezber bilgi yüklenerek test çözme yarışına giren çocuk, etkinlik yapan okul veya sınıf, iyi sınıf mantığı ile bin bir yükün altına sokulan çocuk, ideal ve olması gerektiği gibi yetiştirilmesi gereken değil de büyüklerin ilgi ve beklentisine göre “El alemin çocuğu şu olurken sen nerde olacaksın?” diyerek ezilen çocuk, kaygı ve stres altında sevgiden ve duyuşsal gelişimden mahrum olan çocuk…
İşte her alanda birilerinin egolarına göre yarıştırılan bir çocuğun kendisi olma ihtimalini gelin beraber sorgulayalım.
Anne babalar, cinayet işliyorsunuz! Öğretmenler, cinayet işliyorsunuz! İdareciler cinayet işliyorsunuz! Herkes bu çarpıklığın bir çarkı olmuşken kendisini masum görme yanlışına düşmemeli.
Düşünebiliyor musunuz? Anasınıflarına kadar mezuniyet cübbeleri ve kep atma törenleri yapılmaya başlandı. Etkinlik yapılmasın mı, elbette yapılacak. Ama anasınıfı ile mezuniyet cübbesi ve kep arasında adam gibi bağ kurana; adam gibi helal olsun, derim. Ama tevili yok bu tür olayların. Sadece bir tevili var, o da tribünleri memnun etmek...
Bu yüzden burada tek suçlu eğitimci değil. Siyasi makamlar, veliler ve idareciler… Kısacası hepimiz suçluyuz.
Bu yüzden müfredat altın suyuna daldırılıp çıkarılsa yine sahada hakim olan anlayışlar müfredatın cılız kılıflarıyla kılıflanıp işlenecek. Müfredat eğitimciyle ancak ete kemiğe bürünecek. Ama eğitimcinin eti kemiği de var olan bu memnuniyet(!) çarkına teslim edilmişse istediğiniz kadar “Millilik, verimlilik, bireysel farklılık, gelişim, özgüven, kültürlenme, kendini gerçekleştirme ve müfredat…” deyin.
Bu çarpıklığın çözümü konusunda yapılabilecek en büyük tavsiyelerden biri; adam gibi bir öğretmen meslek kanunun çıkarılmasıdır.
Selam ve dua ile...