Hz. Mevlana’ya atfedilen bir cümlede; “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır.” denmiştir. İstediğiniz renkte olun, istediğiniz dili konuşun ve hatta hiçbir dili konuşamasanız da duygular paydaş ise orada bir iletişimden söz edebiliriz. Diğer taraftan birbirinden kopuk olan dünyalar, birbirlerine bir karış mesafede olsalar bile aralarında kilometrelerce mesafe olan iki dağdan birbirlerine seslenir gibi seslenirler.
Bir devlet büyüğü toplum fertlerinin, bir öğretmen öğrencilerinin, bir ebeveyn evlatlarının, bir dava adamı muhatap olduğu kitlenin duygularından kopuksa iletişim, yerini çatışmaya bırakmış demektir. Aynı dili konuşsalar da… Bu yüzden dönüşümün anadili; “sevgidir” diyorum.
Maalesef toplum bu duygu ve anlam dünyasından o kadar uzaklaştı ki; evde, mahallede, iş yerinde, çarşıda, sokakta ve hatta insanın var olduğu her alanda ciddi bir depresif çatışma havası hâkim. Herkes kendi duygu ve düşüncelerini öfkeyle dayatma peşinde, ama kimse de bunu başaramamakta. Ne oldu bize ya da ne oluyor? İşin ilginci ve daha vahim olanı ise bu soruları bile kendimize sormaktan çok uzağız.
Yaratıcı doğa kitabının her alanına, dağlarına ve taşlarına bile bir sevgi ve iletişim dili yerleştirmişken ve bu kitabın içinde insan bir cümle ve bir kelime iken bu kitabı okuyamaması ne acı, değil mi? Yağmur taneleri sevgiyle toprakla buluşur. Toprak sevgi bitkisine, bitkiler de sevgiyle diğer canlılar için sevgi gıdasına dönüşür. Sevgi ve duygu dili varsa iletişim, etkileşim, yardımlaşma, uyum ve gelişim vardır. Kısacası bu anlamları bağrında barındıran barış ve selam vardır. Bu yüzden yaratıcı “es-Selam” ismini bu kitabın her satırına döşemiş. Döşemiş ki mutluluğa hasret gönüller selamı bulsun ve selamete ersin.
Kısacası, dönüştürmek istiyorsak, evvela biz dönüşeceğiz. Sevgiyle, aşkla, duyguyla, empatiyle…
Bir öğretmen öğrencisini dönüştürmek istiyorsa bilgiden ziyade sevgi, duygu ve empatiye odaklanmalı… Kalp, rüzgârda sürekli konum değiştiren tüyden almışsa ismini, değişim için ilk önce o kalbin fethine kendini kurmalı. Ki bu yüzden Mevlana, talebeye ulaşmak için güven duygusuna değinmiş ve güven duygusunun yolunu da tüy yumağı olan ve bir tüy kadar hafif ve hassas kalbi olan bir kuşu ürkütmemeye benzetmiştir. Eğitim bir gönül fethi hareketidir. Bu gönül hareketi öyle okunduğu gibi rahat söylenen bir söz değil, gönül verenin dağları aştığı ve her alanda bilgi arayışına sevk eden mükemmel bir güçtür. Sevgi varsa sevilene ait olan her şey sevilir. Öğretmen sevilirse, ders de sevilir. Davetçi sevilirse öğretiler de sevilir.
Bu yüzden öfkemiz de sevgimiz de sevgi ve merhamet koksun. “Nefislerine zulmeden kullarıma söyle, merhametimden ümitlerini kesmesinler…” diyen yaratıcının “kullarım” ifadesindeki gibi sahiplik ve şefkat koksun. “İman etmiyorlar diye neredeyse kendini kahredeceksin.” Şeklinde tasvir edilen Nebevi biyografideki aşk koksun. Zina için izin isteyen Cüleybib(r.a) linç edilecekken onu koruyarak gönlünü fetheden nebevi empati koksun. İçki içen Abdullah b. Himar’a karşı haddi aşanlara karşı kol kanat geren nebevi şefkat ve denge koksun. Öyle koksun ki sizi öldürmek için gelenler bile sizde dirilsin. Bir Ömer gibi, bir Umeyr b. Vehb gibi…
El hasıl; toplumların yitirdiği “Selam ve Barış”a ulaşmak için sevgi ve duygu dilini daha güçlü bir şekilde yüklenmek gerek. Bunun olması için de kullar ile yaratıcı ve fertlerin kendi aralarındaki engellerin kalkması gerek. Örneğin; iki insan arasında iletişime engel olan şey uzaklıksa, uzaklık faktörü ortadan kaldırılmalı, açlıksa açlık faktörünü... Çünkü aç olan kişinin tüm odağı karnı olduğu için sağlıklı iletişim kurulamaz. Aynen bu engeller gibi ıslah olmaz Siyonistler gibi bazı şer odakları ve kişiler de toplumun ve dünyanın sağlıklı iletişiminin önündeki en büyük engeller oldukları için dünyanın “Selamet ve Barış”ı için bu engellerin etkisiz kılınması gerek.
Selam ve dua ile