Bunca parçalanmışlığımızın ve işlevsizleşmemizin en önemli sebeplerinden biri de akılsallaştırma ve yapılan eylemi gerekçelendirme sorunudur.

 Bunu akılsallaştırma sorunu adı altında bir makalemde daha dile getirmiştim. Beyin bazen yapılan eylemleri öyle bir gerekçelendirir ki, kişinin kendisi bile o gerekçenin haklılığına inanır. Beyin üşümeye şartlanınca, ister istemez hava sıcak olsa da beden de titremeye başlar.

  Aynen bunun gibi insan parçalanmışlığını, menfi farklılığını ve kimi zaman da pasifliğini gerekçelendirmede öyle maharetli davranır ki; kimi dinlesen kendince haklı olmakla birlikte, samimi bir şekilde haklılığına sahip çıkar!

  “Gazzeli kardeşlerimiz için neden meydanlara inmiyorsunuz?” dediğimizde, kendilerine göre samimi ve haklı gerekçeleri vardır! Çünkü Allah herkesi aynı mizaçta yaratmamıştır. Bunun doğal bir sonucu olarak İslami gruplardaki yol ve yöntemler de değişir. Kimisinin mizacı meydanlara uygundur. O meydanlarda haykırsın. Kimi talebe-hafız yetiştirsin, kimi tebliğle uğraşsın, kimi bilmem ne yapsın, hatta kimi de sadece cihat etsin, diyenleri bile duyabilirsiniz.

  Sizler de duymuşsunuzdur, aynen benim; “Buralarda hala ne duruyorsun?  Seni Kudüs’e gönderelim. Git cihat et!” diyenleri duyduğum gibi. Latife veya değil! Ama halimizin trajikomik bir resmi adeta…

  Çok güzel kardeşlerimiz var. Sayıları da az buz değil. Ama maalesef çoğunun birlikte meydanlara inmemize, haykırmamıza ve mücadele etmemize engel olan haklı gerekçeleri var!

  Kimi ahlak ve mizacını Hz. Osman’a benzetiyor, kimi Hz. Ali’ye, kimi Hz. Ömer’e, kimi de Hz. Ebu Bekir’e… Bunlar olması gereken doğal şeyler. Ama anormal olan ise; bu mübareklerin hepsinin farz ve vaciplerde beraber cihat etmesi ve kol kola girerek meydanlara yürüyüp oralarda İslam’ın gür sesi olup taşlanmalarıdır. Yani ayrı olmamız ile beraber olmamız gereken yerleri karıştırmamak lazım. Hafız olup hafız yetiştirmek, davetçi olup insanlara İslam’ı tebliğ etmek, ilim ehli olup medreselerde ve dergahlarda ilim halkaları kurmak bizi, İslam’ın bize yüklediği bazı meydansal ve cihatsal sorumluluklardan azade kılmaz.

  İslam Tarihi’ne baktığımızda Kur’an-ı Kerim’in toplanmasının ve kitap haline getirilmesinin asıl sebebi onlarca hafızın cihat meydanlarında şehit olmasıdır. Ashab-ı Suffe ilmin öncüleri olmasına rağmen birçok savaşta en önde savaşanlar da yine kendileri olmuştur. Elhasıl; bazı sorumluluklar vardır ki sana, bana veya kaşımıza ve mizacımıza göre değişmez. Aksine belki en çok senin bu konuda önde olmanı gerekli kılar. Meydanlarda gövde gösterisi yapmak ve meydanların dilini kullanmak gibi…

  Allah’u Alem Mustafa Sabri Efendi olsa gerek mealen; “Müslümanları düşmana karşı kalabalık göstermek için bir meydanda bedenen bulunmak bile cihattır” buyurmuştur. Çünkü meydanların dili olmak İslam’ın mücadele yöntemlerinden en önemlilerinden biridir.

  Müslümanlar kimi rivayete göre kırka ulaşınca kol kola Kabe’nin meydanlarına yürüdüler. Kaza umresinde Efendimiz(a.s.v)  altmış yaşlarında olmasına rağmen pazularını dışarı çıkarıp meydanda güç ve gövde gösterisi yapmıştır, bir nevi. İslam devletinden önce de sonra da meydanların dili hep kullanılmıştır. Bu yüzden bu dili iyi kullanamayanlar kaybetmeye mahkum olurlar, Allah muhafaza.

  Yıllarca bizlere dört duvarları gösterdiler. Siyasette ne işin var, buyur camiye. Şurada ne işin var buyur dergaha. Burada ne işin var buyur eve. Hep bize kapalı dört duvar aralarını adres gösterdiler. Meydanlar ve başka arenalarda bulunup konuşmak, bizim işimiz değildi ve olamazdı. Ama o meydanlarda sosyalisti, komünisti bilmem nesi at koşturup gençlerimizle beraber ciddi kazanımlar elde etti. Hatta şu an bile batı dünyasının meydanlarına bakıp Müslümanların içe kapanıklığını zihinlerde sorgulatanlar var. Bu yüzden bizler artık şu meydanlara hakkıyla inerek ve dilini kullanarak başta Gazzeli kardeşlerimiz olmakla birlikte tüm mazlumların cihadına katılalım. Katılalım ki kardeşlerimize karşı görevimizi bir nebze de olsa yerine getirmiş olalım.

  Selam ve dua ile.