Mitingler düzenlemeyi, basın açıklamaları yapmayı bırakın! Hatta yürüyüşler de olmasın. Kameralar önünde milyonlara seslenen liderler de artık sussun! Allah için artık kimse tek kelime bile konuşmasın. Ümmetin her bir ferdi kabuğuna çekilsin. Yazarlar ve çizerler de kalemlerini bağlasın…

  Öyle ki, ortalığı büyük mü büyük bir sessizlik kaplasın!

  Evet! Yanlış anlamadınız. Konuştuk konuşacağımız kadar, yazdık yazacağımız kadar, kınadık hem de sonuna kadar ve en şiddetli şekilde… Olmuyorsa bir de susmayı deneyelim. Zaten amacımız insanların dikkatini Filistin’e ve kan emici vampirlere çekmek değil mi? Bu amaç için sessizlik gibisi var mı?

 Evet! Yanlış duymadınız. Bazen kimi sessizlik, kargaşa ve gürültüden daha çok dikkat çeker. Hatta beyinlerde bomba etkisi oluşturur. Yıldırım çarparcasına adamın elini kolunu titretir…

  Yalnız sessizlik, adam gibi adamda ve ancak yiğit ile mert olanda olursa bu etkiyi taşır. Çünkü onların artık uyaracakları ve kullanacakları söz bitmiştir. Bir söyler iki söyler. Sonra bir sustu mu, yiğidin nerde ve nasıl patlayacağı korkusuyla düşmanın göz kapaklarına uyku bile inmez. Sabahlara kadar titrer de durur. Aynen Allah yolunda defalarca ölüp dirilmeyi arzu eden büyük komutan Hz. Peygamber Efendimizin (a.s.v) düşmanlarını titrettiği gibi.

  O (a.s.v), özellikle iki yerde çok susardı. Birisi dosttan gelen eziyette kırıcı olmamak için, diğeri de; düşmandan gelen eziyette de sözün artık tükendiği ve söz yerine eylemle işi çözmesi gerektiği zaman susardı. Düşman, O’nun (a.s.v) bu vasfını çok iyi bilirdi. Mekkeli Müşrikler Hudeybiye Anlaşması’nı çiğneyip Efendimizin anlaşmalıları olan bir kabileye saldırmış ve kadın çocuk demeden halka büyük bir dram yaşatmışlardı. Efendimiz (a.s.v), bu olayı gözyaşları içinde dinlemişti. Vahşetin Efendimize intikal ettiğini öğrenen Mekkeli Müşrikler alelacele Ebu Süfyan’ı Efendimize göndermişlerdi. Bir elçi statüsünde olmasına rağmen, öyle bir sessizlikle ve muhatap alınmama şekliyle karşılaştı ki. Artık bu sessizliğin Mekkeli Müşriklerin üzerine neler getirebileceğini kimse kestiremiyordu. Bu öyle bir sessizlikti ki düşmanı kilometrelerce öteden bile titretip durmuştu.

    Evet! Ey ümmetin yiğitleri ve civanmertleri artık susun. Vahşet ayyuka çıkmış ve çıkıyor. Feryatlar arşı inletiyor ve gözlerimizin önünde bir soykırım yaşanıyor. Artık bunca yaşanmışlığa karşı söz tükenmiştir. Hem de çoktan.  Evet! Ey ümmetin yiğitleri, öyle bir susun ki; Ebu Basirleriniz kalplere korku salsın. Öyle bir susun ki azlığınıza ve imkansızlığınıza rağmen Bedir’deki gibi; “Bunların gözleri ölüm saçıyor!” densin. Öyle bir susun ki; Muhammedi sessizlik düşmanın yüreğine bir kor gibi düşsün.

  Düşsün düşmesine de, zalimleri sessizliği ile titreten; değil malı, mevki ve makamı onlarla beraber canını da Allah’a sattığının şuurunu taşıyan; Yahudi ve Hıristiyanların vahşet ve cürümlerine karşı onlarla olan anlaşmaları zarara ve felaketlere uğrama korkusu ile bozmaktan geri duran Abdullah bin Übey bin Selül gibi değil de, tüm ekonomik zarar ve felaketleri göze alarak Yahudilerle olan anlaşma ve dostlukları reddederek Allah’ın takdirini kazanan ve Maide Suresi’nin konuyla alakalı olan ayetlerinin inmesine vesile olan Ubade b. Samitler gibi hareket eden; bunca vahşet karşısında ana ve kadınların feryatlarına cevaben “Lebbeyk, ya uhti!” diyen; liderlerin bilfiil müdahale edemediği yerlerde Ebu Basirlerin öncülük ettiği özel grupların oluşumuna zemin hazırlayan; kardeşlerine yapılan zulümden dolayı bırakın zalimlerle ticaret yapmayı, onların ticaret yollarını akamete uğratmak ve ültimatomlar vermek için Medine karargahlarından baskınları idare eden; Bedir’de olduğu gibi aynı kandan olan kardeşini ve ırktaşlarını karşılarına alarak, siyahi bir Müslüman’ın kardeşliğini onlara tercih eden ve İman ile insanlık davasını şeytanların ırkçılık davasının üstünde tutan 21. Asrın Muhammedi yiğitleri ve adam gibi adamları aranıyor!

 İşte o şerefli adam gibi adamlara selam olsun.