Doğrudan kitabın ortasından konuşmamız gerekirse; Medine’de Yahudilerin kökünün kazılmasının asıl sebebi Bedir Savaşı’dır.
Hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün(yevmul Furkan) olarak nitelenen bu savaşın İslam tarihinde çok farklı ve ayırt edici bir yönünün olduğunu bilmeyenimiz yok gibidir. Bedir Savaşı’na katılmak çok büyük bir şeref olduğu gibi, bu savaşa katılanlar parmaklarla gösterilir, onların katıldığı istişarelerde bereket ve kararlarda isabet olduğu düşünülerek hareket edilmiştir. Sonraki zamanlarda ciddi hatalara düşen sahabeler, bu savaşa katıldıkları için affedilebilmiştir. Çünkü onlar Aziz olan Allah’ın övdüğü ve lütuflarla müjdelediği kimselerdi.
Hak ile batılın ayrıldığı gün olan bu savaşın Yahudilere bakan çok ama çok büyük bir yönü vardır. Sürekli kıskançlık, bilmişlik, kendini üstün görme gibi vasıflarına karşı uyarıldığımız bu topluluk zaten Müslümanların Medine’deki konumlarından dolayı ciddi hasetler taşıyordu. Bu yüzden Bedir Savaşı’ndan önce düşmanla ciddi bir istihbarat, fitne ve fesat ağı kurmuşlardı. Müslümanlar, onca sayı ve imkan azlığına rağmen Bedir’de düşmanın belini kırıp, kazandıkları namlar ile diyarları aşıp etrafı inletince, Yahudilerin haset ve kıskançlık damarları bir volkan gibi kaynamaya başladı. Homurdanıp durdular. Buraya kadarı siyercilerin dikkat çektiği şeylerdi.
Yalnız çok az zikredilen veya hiç dikkat çekilmeyen sosyolojik bir mesele daha vardı ki; o da bunca kazanımın fitilini tutuşturan veya anahtarı olan bir olay… Bedir Savaşı’ndan öncesi cereyan eden ve ifsat topluluklarının Medine’deki varlıklarının sonunun başlangıcı olan bir olay...
Hatırlarsanız Allah’ın Resulü(a.s.v), savaş konusunda bir istişare ortamı oluşturmuştu. Kimisi; “Geri çekilelim.” Diyordu. Ama her seferinde Efendimiz(a.s.v) aynı soruyu tekrarlayıp duruyordu. Hatta Efendimizin(a.s.v) o ana kadar yüzünün kızardığı ve istediği cevabı alamadığı için üzüldüğünü ifade eden kitaplar vardır. Ta ki Mikdad b. Amr ayağa kalkıp söz alana kadar.
Mikdat b. Amr(r.a); “Ya Resulullah(a.s.v)! Kalplerimiz seninledir… And olsun Allah’a, biz Sana Beni İsrail’in Hz. Musa’ya; “Ey Musa! Sen ve Rabbin gidin ve savaşın, biz burada oturacağız.” Dediği gibi demeyeceğiz. Bizler onların aksine; “Sen Allah’ın izniyle savaş, biz de seninle birlikte savaşacağız!” diyeceğiz. “ diyerek Efendimiz’in yüzünü tebessüm ettirmişti.
Bedir’de yeşeren tüm nam ve şerefin tohumu bu ve benzeri cümlelerdi. Ve bu cümleler de o bölgelerde yankılanıp duruyordu. Bu yüzden Bedir, her yönüyle Yahudilerin sadakatsizliklerini, bilmişliklerini, kibirlerini ve nankörlüklerini anımsatıyordu. Bu yüzden kıskanç ve pis hasletlere sahip olan bu topluluk iyice fitne ve fesadını arttırmaya başlamıştı. Öyle ki fitneleri sonucu kalelere kıstırılınca da; “Siz bizi Bedir’dekiler gibi mi sanıyorsunuz? Onlar kılıç kalkan nedir bilmez bir topluluktu.” Diyerek zihin kodlarının altındaki Bedir hazımsızlığını dile getirmeye ve Bedir’in fitilini ateşleyen Mikdat’ın sözlerine karşı kendilerini parlatmaya başlamışlardı.
Sonuç olarak Bedir Savaşı, bir sonucun sebebi oldu. O mukaddes gün, Medine Bölgesi’ndeki en azılı Yahudi topluluklarının oradan temizlenmesinin başlangıcı ve hak ile batılın ayrıldığı gün oldu.
Aynen bugün Gazze’de olduğu gibi. Bedir o gün ne idiyse, Gazze de bugün odur. Bedir hak ile batılı ayırt etti, küfrün zayıflığını ortaya serdi, sahiplerine şeref kattı, fitne ve fesadın topluluklardan temizlenmesinin başlangıcı ve yardım vaadinin tecelligahı oldu. Bugün Gazze de aynı kaderi yaşamaktadır. Bedir’deki gibi bir mektebe ve turnusol kağıdına dönüşmüş durumdadır. Rabbim tüm insanlığı Gazze ehline hayran bırakmış ve bu ehle şeref vermiştir. Gazze tüm imkan azlığına rağmen devrin firavunlarının burunlarını yere sürmüştür. Fitne ve fesat sahiplerinin kişiliksizliklerini ayyuka çıkarmış ve temizliğin başlangıcı olmuştur. Aynı zamanda Gazze ehli, esirlere muamelesi ile de Bedir ehli gibi insanlığı kendine hayran bırakmıştır.
Evet, her yönüyle Bedir ile kıyaslanan, bu çağın Bedri olan Gazze’ye ve şeref sahibi ehline selam olsun.