İnsan aklı kadar ilginç başka bir organ yoktur. Hatta o kadar ilginçtir ki, kendi kendini bile aldatabilir, avutabilir.

  Çokça anlatılan bir hikayedir. Bir adam gemi yolculuğu esnasında etlerin konulduğu bir depoya girer. Görevliler fark etmezler ve kapıyı adamın üzerine kapatırlar. Kurtulma çabaları nafile kalır. Çaresizce donup öleceğini düşünür. Beynin bu koşullanması üzerine her gün vücudundaki değişimi duvarlara kazır. Birinci gün; "Parmaklarımı hissetmemeye başlıyorum." diyerek gün gün değişimi kaydediyor. Ve en sonunda ölüyor. Daha sonraları kapı açıldığında vaka fark ediliyor. Yazılar karşısında da herkes şok yaşıyor. Çünkü derin dondurucu baştan beri çalışmıyormuş.

  Her ne kadar vaka hikayeleştirilmiş olsa da buna benzer bilimsel birçok araştırma vardır.  

  Allah u Teala; "Hani şeytan onlara yaptıkları işi güzel gösterip şöyle demişti: 'Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Ben de yanınızdayım.” (Enfal 48) buyururken burada beyne de bir atıf vardır. Çünkü şeytan bu emeline beyin üzerinden nail olur. Kişi günah işlerken veya yanlış yaptığında şeytan beyin üzerinden mazeret üretir ve normalleştirir.

  Bu akıl, bazılarımıza; "Aman Ortadoğu’da sınırlar tekrar şekilleniyor! 100 yıllık anlaşmaların süresi doldu. İsrail bilerek göz yumdu. Amacı Gazze'yi tamamen almak. Aslında İsrail de İran da madalyonun iki farklı yüzüdür. İran da HAMAS'ı ileri sürerek kullanıyor. Bizler de ölüm ve yıkımlara bakarak duygusal davranıyoruz. Halbuki bizi de bu çukura çekmeye çalışıyorlar, itidalli olmak ve diplomasi dilini kullanmak en doğrusu..." dedirtebiliyor.  Ve gayet de makul karşılanabiliyor. Nasılsa akla ve mantığa uygun bir görüş!

  Yalnız Allah, insana iki tane akletme aracı vermiştir. Onlardan biri de kalpte var olan beyin nöronlarıdır. Kalp de akleder. Kalbe ve vicdana da sormak lazım. Gerçekten de bu yorumlara kalbiniz onay veriyor mu? Yoksa bu fikirler sadece beynin tatmin, mazeret ve haklı gösterme çabaları mıdır?

  Neden mi bunları soruyorum? Çünkü realite, bundan çok farklı da olabilir. Neden olmasın ki? Gelin bunu tespit için küçük bir gezintiye çıkalım. 

   İsrailoğulları gibi kendi peygamberlerinin onca mucizesine ve Allah'ın onca lütuf ve ikramına rağmen  yüzsüzlükte level atlamış başka bir millet yoktur. Lütfen kısa ve öz konuşan Kur'an-ı Kerim'i bir açın okuyun. Ne diplomasi bilir ne barış dinler ne beraber yaşamaktan anlar ne de imardan. Tam bir fitne ve fesat yuvası... Bu yüzden Medine'deki en büyük Yahudi kabilelerinden Kaynukaoğulları ve Nadiroğulları sürgün edilmiş ve Kureyzaoğulları'nın erkekleri tek tek öldürülmüştür. Daha sonra sürgün edilen Nadiroğulları tekrardan fitne fesat yayınca Hayber fethinde gözlerinin yaşına bakılmamıştır. En emniyetli yer, onların olmadığı yer olmuştur.

  "İsrailoğulları şimdi HAMAS'ı bahane ediyor, onu bilerek fişledi, ona göz yumdu." diyenlere sormak istiyorum; tarihi bu şekilde olan, ders almamız için Kur'an-ı Kerim'de sürekli bize hatırlatılan, Uluslararası Hukuk ve BM tarafından aleyhindeki onlarca hükmü umursamayan ve dünya devletlerinin gözü önünde kadın ve çocuk demeden en masum varlıkları paramparça eden bu canavar sürüsünün mazerete ve gerekçeye ihtiyacı var mıdır? Ki bu canavarlıkları yeni midir?

  Bu tıynette olan bu canavar sürüsü barış ve diplomasi dilinden anlar mı? Anlasa da bu çözüm olur mu?

  Aynı zamanda; "100 yıllık anlaşmaların süresi dolmuş, Ortadoğu sınırlarını değiştirme amacı ile yapıyor ve bizi çukura çekmek istiyor." diyen Müslümanlara sormak istiyorum; 1948'den bu yana israil ve Filistin haritasında değişen en büyük şey nedir? Tabi ki sınırlar. Öyleyse yeni ve sürpriz bir şeymiş gibi sunmak ve mazeret üretmek niye? Seni niye çeksin ki; Libya'da seni istemediler, Suriye'de istemediler, Karabağ'da istemediler, Akdeniz'de istemediler ve sen yine 100 yıllık anlaşma süreleri deyip yerinde durmayıp kendi çıkarlarını gözettin ve geri durmadın. Şimdi neden geri duruyorsun?

  Filistin gün gün erirken ve gözlerimizin önünde Kudüs, israil'in başkenti ilan edilirken çevresi mübarek kılınmış beldelerin ve kardeş olduğumuz ümmet davasının milli çıkarlarımız kadar değeri yok mu?

   Bu arada "MOSSAD'ın gözünden Aksa Tufanı nasıl kaçar?" diyerek bunun üzerinden teoriler üretenler bunlardan bir ilah inşa ettiğinin farkında mı? Bunların yenilmezliğine mi iman ettik, yoksa bunların hilelerini allak bullak eden(ennellahe muhinu keydil kafirin) ve bunu vahyi ile bizlere hatırlatan bir ilaha mı iman ediyoruz?

  Bu yüzden söylem ve eylemlerimizi bir daha gözden geçirmeli ve ileri sürdüğümüz hiçbir şeyin bizi mesuliyetten kurtarmayacağını unutmamalıyız.

  Evet, bir tarih yazılıyor. Tarafsızlığın geçerli olmadığı bu tarihe ya hak taraftarı veya batıl taraftarı olarak kaydediliyoruz. Şimdi tekrardan sormak lazım; biz kardeşlerimize tarafız, peki siz kimden tarafsınız?

  Selam ve dua ile