Günlerdir bu Siyonistlere diplomasi ve barış çağrıları yapılıp duruluyordu. Siyonistler tüm yumuşak ve insani(!) yaklaşıma rağmen insanların akıllarıyla eğlenircesine şımarık, aciz ve bir o kadar vahşi bir şekilde yüzlerce çocuk ve kadının bulunduğu el-Ehli Baptist Hastanesi’ni bombalayarak ve küçücük savunmasız bebeklerin kafalarına mermi sıkarak karşılık verdi. 

   Hayret ettik mi? Kesinlikle hayır! Peki neden?

   Çünkü kendi peygamberlerinin diliyle lanetlenen, kitaplarını tahrip eden, peygamberlerini testereyle doğrayan, kafalarını kesen ve Kur’an-ı Kerim’in bizi sürekli uyardığı bu topluluğun bu eylemine hayret edilir mi?

  Siyer kitaplarını her okuduğumuzda çocuk yaşta olan bir peygamberin öldürülmemesi için Yahudi alimlerinden saklanıldığına şahit olduğumuz bir toplumun çocuk katliamlarına hayret edilir mi?

  Firavun’un zulmü altında inim inim inlerken, Allah’ın Hz. Musa aracılığı ile onlarca mucize ile kurtardığı, gökten sofralar indirdiği, taşlardan pınarlar fışkırttığı, nice lütuflarla nimetlendirdiği ve buna rağmen “Ya Musa Allah kendisini bize göstermedikçe, iman etmeyeceğiz.” Diyen ve cihatla emredildiklerinde Hz. Musa’ya “Biz oturacağız, sen ve Rabbin savaşın.” Diyecek kadar nankör ve şımarık bir topluluğa hayret edilir mi?

  Elbette hayır, sonuna kadar hayır! Ama insanlığımızdan iliklerimize kadar utandık ki ne utanç!

  Yalnız bir şeye hayret ediyoruz. Hem de çok! Hala bu canavarlarla normalleşme anlaşmaları yürütülebiliyor. Hala bu canilere karşı diplomatik yollar savunulabiliyor. Halbuki bunlar ne geçmişte ne de şimdi hiçbir dilden anlamamışlardır. Ancak ve ancak Muhammedi dil onları yola getirebilmiştir.

  Efendimiz(a.s.v) Medine’ye geldiğinde üç büyük Yahudi kabilesi ile anlaşmalar yapmış ve huzur içinde yaşama yollarını denemişti. Ama sürekli kıskançlık, haset ve kendini üstün görme hastalıkları ile etrafa fitne ve fesat saçmaktan başka hiçbir şey yapmamışlardı. Bir kabile bir münafığın fitne ve fücurları ile idam edilmekten kurtarılmış. Diğerleri ise kadın ve çocuklar hariç hepsi öldürülmüştür. Civarlarda yaşayanların kaleleri yerle bir edilmiş ve mallarına el konulmuştur. Çünkü bunların yaşadıkları her alanda fitne, fesat ve gözyaşı eksik olmuyordu. Bu yüzden bunlar ne diplomasiden ne de başka yollardan anlarlar. Bunların anlayacağı tek dil ancak ve ancak Muhammedi dildir ve o da bulundukları yerden güç ve kuvvetle temizlenmeleridir.

  Ama bunu yapamıyoruz, yapmıyoruz, engellerimizden vazgeçemiyoruz, tırsıyoruz, korkuyoruz, büyütüyoruz, abartıyoruz, duvar örüyoruz, hakkıyla inanamıyoruz…

 Zamanın Firavun ve Nemrutları kendilerini, her şeyden haberdar olan, oyun kuran, bozan ve her şeye gücü yeten İlahlar olarak sunarken, insanlar da onların güç ve kudretine de iman etmiş durumda. Allah’a inandığını iddia eden büyük bir çoğunlukla beraber.

 Halbuki Allah, Nemrut’u minnacık bir sinekle yerle bir ederek, ilahlığa yeltenenlere ve onları alt üst eden gerçek ilaha karşı bakış açımızı bir formattan geçirmemizi dilemiştir. Zihnimizi o formattan geçirdiğimiz zaman işte o zaman üstün gelecek olanlar bizler olacağız. Çünkü bu, vaadinde hilaf bulunmayan Allah’ın değişmez vaadidir.

“Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olanlar sizlersiniz.”(Al-i İmran 139)

 Yalın ayaklı kardeşlerimizi Afganistan’da zafere ulaştıran bu inanç ve teslimiyettir. Filistinli kardeşlerimizi de bu inanç ve teslimiyet zafere ulaştıracaktır. İliklerimize kadar buna iman ediyoruz.

“Sayıca az olan nice topluluklar, sayıca çok olan nice topluluklara Allah’ın izniyle galip gelmiştir.”  (Bakara 249)

  Yalnız bu az sayıdaki nice topluluklar bu izzet ve şerefe ulaşırken, bizler bu zilletten nasıl kurtulacağız? Tırsarak ve geri durarak mı? Asla! Öyleyse haydi; gelin bu sahte ilahları yıkıp, abartılı algılardan vazgeçip, Allah’a hakkıyla iman ederek, dayanarak, sabrederek ve hep beraber ileri atılalım. Atılalım ki Allah’ın nusretiyle ve bizim ellerimizle bu Siyonistleri yerle bir edelim!

  Rabbim, sen o günleri bize göstermeden canımızı alma.

  Allah’ın kahrı zalimlerin üzerine olsun.