Gündem çok mu çok yoğun! Propagandaların, şirinleşmelerin, helalleşmelerin, yalanların ve iftiraların ardı arkası kesilmiyor. Siyasilerden biri de artık dayanamayıp; “Bir yalan makinesi almamız lazım! Artık yalanlara yetişemiyoruz." diyerek serzenişte bulunmuş. Haksız da sayılmaz! Ne bileyim bunca yalanlarla, iftiralarla ve sicilleri İslam düşmanlıkları ile dolu olduğu halde helalleşme ve değişim propagandaları ile ideolojilerinin hakkını da vermiyorlar değil. Nasıl mı? Çünkü bazı ideolojilerde "Hedefe ulaşmak için her yol meşrudur." düsturu esastır. Bu yüzden münafıklaşma, bin bir yüzlülük onlar için gayet basit bir olaydır.
Bu yüzden çok mu çok dikkat etmeniz lazım. Çünkü aldanırsanız fena yanarsınız! Yok; "Biz yanmaya razıyız diyorsanız." o başka. Ama ben sizin yerinizde olsam, ateşle oynamazdım. Çünkü bu işin şakası olmaz. Peki biz bunca bin bir yüzlülük içinde gerçeği nasıl tanıyacağız? Bundan basit ne olabilir ki! Sadece asıllarına, geçmişlerine inmeniz kafi gelecektir.
Şöyle ki; Mevlana Celaleddin-i Rumi(r.a) konuyla alakalı çok güzel bir hikaye anlatmaktadır:
“Cihan sarayında bir şah vardı. Tek derdi Hz. Hızır’ı görmekti. “Bir kimse çıkar da bana Hızır’ı gösterirse ne dilerse veririm!” deyip dururdu. O zamanlar yoksul bir adam yaşardı. Bir gün, yoksulluk canına tak edince kendi kendine gidip şaha “Sen beni üç yıl kadar besle, ben de sana Hızır’ı göstereyim” diye düşündü… Şahın huzuruna çıkıp önceden hazırladığı sözü arz eyledi. Şah, “Kabul, ancak sonra Hızır’ı gösteremezsen seni öldürürüm!” dedi. Yoksul, çaresiz razı oldu. Bunun üzerine şah, yoksul adama istediği kadar mal ve para verilmesini emreyledi.
Verilen mal ve parayı alıp evine dönen yoksul, üç yıl boyunca bolluk içinde zevk ve sefa ile yaşadı. Süre dolunca da kaçıp ıssız bir yere saklandı… (Orada bir ihtiyarla karşılaşır) Nur yüzlü ihtiyar, “Niçin böyle korku içindesin?” diye sordu… Adam hikayesini başından sonuna anlattı. Nur yüzlü ihtiyar; “Gel seninle şaha gidelim, ben senin yerine ona cevap vereyim” dedi. (Beraber huzura varırlar.)
Şah, “Ben seninle bir sözleşme yaptım, seni öldürmem gerekir!” dedi. Sonra baş vezirine bakıp sordu: “Bunu ne yapalım?” Baş vezir, “Bunu parça parça edip kasap çengeline asmak gerektir ki bunu gören başkaları da şaha yalan söylemesinler!” cevabını verdi. Nur yüzlü ihtiyar söze karıştı: “Vezir doğrudur, her şey aslına döner.” Şah ikinci vezire de sordu: “Sen ne dersin?” İkinci vezir, “Bunu kazana koyup kaynatmak gerek!” cevabını verdi. Nur yüzlü ihtiyar yine araya girdi: “Vezir doğrudur, her şey aslına döner.”… Şah son olarak diğer vezire döndü: “Bakalım sen ne dersin?” vezir; “Şahım bu yoksula verdiğin mal, Hızır aşkına verilmiştir. Bu da bulacağı hayaline kapılarak kabul eyledi. Şimdi bulamadığı için özür diliyor. Layık olan Hızır aşkına bu yoksulu serbest bırakmandır” cevabını verdi. İhtiyar tekrar aynı sözü yineledi: “Vezir doğrudur, her şey aslına döner.”
Şah, nur yüzlü ihtiyara sordu: “İhtiyar, vezirlerim birbirlerinden farklı şeyler söyledikleri halde sen her biri hakkında, vezir doğrudur, her şey aslına döner, dedin, bunun hikmeti nedir?” Nur yüzlü ihtiyar; “Ey şah!” dedi. “İlk vezirin kasap oğludur, onun için aslına çekti. İkinci vezirin aşçı oğludur, o da aslına uygun bir ceza tertipledi… Son vezirin asilzade imiş, onun aslına layık olan da merhamettir. Bu zavallıya acıyarak sevaba ulaşma maksadıyla serbest bırakılmasını istedi. Ey şah! Her nesne aslına çeker.”
Bu yüzden gündemde sahneye çıkan her kim olursa olsun, şöyle bir geçmiş yoklaması yapmanızı ve sicil dosyalarını kurcalamanızı tavsiye ederim. Dedim ya bu işin şakası olmaz. Bugün özgürlük, kadın hakları, demokrasi, helalleşme, inanca saygı diyenlerin; geçmişte halkın seçtiği insanları nasıl astıklarını, başörtülere nasıl el uzattıklarını, anne olan kadınları kapılarda nasıl horladıklarını, insanların eğitim haklarına nasıl engel olduklarını, dine olan düşmanlıklarını, alimleri nasıl astıklarını, mezardaki alimleri bile çıkarıp mahkeme kararı gereği tekrardan asanları, öldüğü ve boynu kopmak üzere olduğu halde mahkeme kararını yerine getirmek için ayaklarından tekrardan astıklarını, ezanlarla nasıl oynadıklarını, dini nasıl tahrif etmeye çalıştıklarını, camileri nasıl ahırlara ve halkevlerine çevirdiklerini, Kâbe Arap’ın olsun söylemlerini, farklı ırkları, ulusları nasıl tektipleştirdiklerini ve asimilasyonlarını, katliamlarını ve daha nicelerini bir araştırın.
Ondan sonra karar verin. Yoksa daha sonra dövecek diz bile bulamazsınız. Çünkü kişiler asıllarına ve geçmişlerini rücu ederler.
Selam ve dua ile