Son günlerde yaşananlara az çok şahit olmuşsunuzdur. O yaşanmışlıklar içinde öyle bir gündem var ki; artık bıçağın kemiğe dayandığı noktaya evrilmiş durumda.

  Tabi ki; Efendimizle ilgili sarf ettiği cümlelerle gündeme gelen bir müptezelden bahsediyorum. Bu müptezelin cümlelerine reddiye tarzında detaylara girmeyeceğim. Çünkü o necaset çukuru kendisine yakışanı dışarı yansıtmıştır. Yalnız bu durumlarda Müslümanların göstermesi gereken duruş, yüreğimin bir türlü kabuk bağlamayan yarasıdır. Bu sinmişliğe ve kafa karışıklığına az da olsa değinmek istiyorum. Merhum M. Asım Köksal Hoca’nın yazdığı İslam Tarihi’ni ortalama çoğu Müslüman bilir. Kafaların netleşmesi için aklı başında olan ve okuma yazma bilen herkesin hayatında en az bir sefer bitirmesi ve istifade etmesi gereken bir eser. Çünkü bir Müslüman, lağım çukuruna dönüşmüş bu zavallılara karşı nasıl bir duruş takınması gerektiğini en detaylı bu eserlerden öğrenebilir. Öncelikle şunu ifade etmek gerekirse; Resul-i Ekrem(a.s.v) kendi şahsı ile ilgili meseleleri affederdi kısmı, aftan anlayanlarla alakalıdır. Yoksa bu da bizim bu konuda algıladığımız veya bilinçli olarak bu şekilde algılatılan meselelerden biridir. Bir yanağına tokat atılırsa, sesini çıkarma, affet ve hatta diğer tarafını da çevir cinsinden. Nedense sürekli affeden, hiç beddua etmeyen ve sürekli eş, dost ve düşmana çiçek ve gülücükler saçan bir peygamber profili, anlatıldı, yazıldı ve çizildi. Yersen tabi. Gerçi yemeyenler yok değil… Atın kafanızdan bu şekildeki bir peygamber profilini! Çünkü Peygamber(a.s.v) incinirdi, gözyaşı dökerdi ve aftan anlamayanlara da anladığı dilden beddualar bile ederdi. Hele ailesini ve kendisini diline dolayan etkili dilbazlara karşı da; “Kim bu eziyeti kaldıracak?” tarzından ashabından maharetli ve yetenekli savaşçılarına özel görevler verirdi. İslam tarihi bunların örnekleri ile doludur. Yani öyle bize yutturulmaya çalışılan ve dinleyeni dişi keskin kurda karşı kuzulaştıran bir anlayış göremezsiniz. Asla ve kat’a! O’nun(a.s.v)  affı ve merhameti anlayanaydı. Uhud Savaşı’nda esir düşen Ebu Azze’nin hikayesine bakabilirsiniz.

  “Peygamber(a.s.v) müminlere kendi canlarından daha önce gelir…”(Ahzab 6) sırrı gereği sahabeler de hiçbir zaman Peygamberimizi bu eza ve cefalarla baş başa bırakmamışlardır. Efendimiz’e(a.s.v) yapılan hakaretlerden dolayı “Eğer O(a.s.v) üzülüyorsa bize rahat yok.” demişlerdi.

Sahabe gibi oluruz veya onlar kadar hassas olalım da demiyorum. Yalnız hiç mi adam gibi yürekten biraz rahatsız olmayız. Düşünebiliyor musunuz; STK’sı, derneği, vakfı, partisi, cemaati ve tarikatı kaç kişi adam gibi bu alçaklara gereken şekilde tepki koydu? Çok az. Hatta birçoğu üstün hikmetleri gereği daha önce suspusken, isimlerinin de bazı aşağılanmalara iliştirilmesiyle beraber kaşıkta bile fırtına koparabilmişlerdir. İşin garibi öncesi de sonrası da hikmetlere tabi! Anlayacağınız işimize geldiği gibi… Neden gruplarımıza ve isimlerimize verdiğimiz tepkilerin bir benzerini İslam ve peygamberi için de göstermeyiz? Halbuki bunun tersinin olması gerekmez mi?

Evet canlar! Alçaklar bu yazımızın neresini cımbızlar ve ne algı üretirler bilemiyorum. Yalnız lütfen biz, Ahzab Süresi’nin 6. Ayetinde ifade edildiği gibi İslam ve Peygamber Efendimizi(a.s.v) kendi nefsimizden de önce tutmamız gerektiği kısmını cımbızlayıp ders almayı unutmayalım. Çünkü bu suskunluk zillettir. Bu zillet de bizim izzetimize yaraşmaz.

Selam ve dua ile