Bugüne kadar sürekli Peygamber Sevdalıları’ndan bahsettik durduk.

  Küçücük çocukların dillerinden dökülen aşk ve sevgi şiirlerini, güzel ezgileri; yiğitlerin Muhammedi Çağrı’ya “Lebbeyk” deyişlerini; Efendimizi(a.s.v) temsilen öğlen sıcağının altında akşamlara kadar kırmızı güller dağıtan, meydanlarda güneşin altında saatlerce ayakta kalan ve peygamberleri için göz yaşları akıtan genç-yaşlı neferleri, Efendileri(a.s.v) için meydanlara sel gibi akan ve kendinden geçen milyonlarca Peygamber Aşıkları’nı işleyip durduk. Peygamber(a.s.v) ile Vahyin arasını ayırmaya çalışıp, O’nu(a.s.v) basitleştirenlere inat yüz binlerce siyer kitapları dağıtanları ve her yıl yüzlerce noktada Siyer yarışmaları düzenleyip konferans üstüne konferans düzenleyenleri de.

  Hayranlık duyduk, hayranlıkla temaşa ettik ve hayranlıkla işledik.

  Öyle ki bu sadece dilde kalan bir sevda değildi. Aynı zamanda sevdiklerine benzemeye çalışan bir Muhammedi Ordu karşımızda duruyordu. O’nun(a.s.v) için ve uğruna mücadele ettiği değerler uğruna mücadele veren, dışlanan, aşağılanan, boykotlara uğrayan, sevdiği diyarları terk eden, zindanları medreselere çeviren ve sevdiklerini bu davaya kurban veren bir ordu!

  Yalnız bugün de Peygamberin Sevdalıları adı altında bir sevdayı işleyelim. Peygambere(a.s.v) aşık olan bir topluluğun, aşkı karşılıksız kalmazdı elbet. Kalmamalı da. Kalmayacaktı da. Çünkü sevdaya sevdayla karşılık verecek olan bir Vefa Peygamberinden(a.s.v) bahsediyoruz.

  Bu başlığı atmama sebep olan davranış, iki ilin Peygamber Sevdalıları başkanlarının kırsal bir bölgeden geçerken kervan geçmez kuş uçmaz olarak tabir edilebilecek bir noktada, yaşlı ve yorgun bir ağacın gölgesine konuşlanan ve sıcacık çaylarını yudumlayan bir grup genç çobanın yanına varması ve İslam hakikatlerinden bahsetmesidir. Bu tablo bana sahabelerin diliyle “Ümmetin Alimi” olarak nitelenen Hz. Abdullah b. Mesut’un hikayesini anımsattı. Hz. Peygamber Efendimiz(a.s.v) bir yerden geçerken kırsalda çobanlık yapan bir çocuğa denk geliyor ve fırsat bu fırsat deyip meraklı o çocuğa İslam hakikatlerini anlatıyor. Tabi o çoban çocuk daha sonra ümmetin ve ashabın en güzide kişilerinden oluveriyor. Evet her iki hikayenin kahramanları arasında ciddi bir benzerlik var, değil mi? Kişi sevdiğine ancak bu kadar benzeyebilir. Gerçek sevda da bu değil midir?

  Bu yüzden Allah’a ve Peygambere Sevdalı olan bu hakikat yolcularının en büyük sevenleri de elbette Allah’u Teala ile Peygamber Efendimiz(a.s.v) olacaktır. Hem Allah Azze ve Celle: “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”( Al-i İmran 31)  diye buyurmuyor mu?

  Diğer taraftan Peygamberimiz(a.s.v) : “Ah keşke bana doğru, havuza gelen kardeşlerimi bir görsem de, içlerinde şerbetler olan kaselerle onları karşılasam. Cennete girmeden önce, onlara (Kevser) havuzumdan içirsem.” Buyurunca, bu sözlerin üzerine Efendimize(a.s.v) denildi ki: “Ey Allah’ın Resulü biz senin kardeşlerin değil miyiz?” O da şöyle cevap verdi: “Sizler benim ashabımsınız (arkadaşlarımsınız). Benim kardeşlerim de beni görmedikleri hâlde bana inananlardır. Mutlaka ben Rabbimden sizinle ve beni görmeden iman edenlerle gözlerimi aydınlatmasını istedim.” Buyurmuştur.

 Yani demem o ki Peygambere(a.s.v) sevdalılar olduğu gibi Peygamberin de Sevdalı olduğu hakikat yolcuları vardır. Sevdanın doruklara ulaşacağı yeni bir iklime doğru yaklaşırken Peygamberin sevdalısı olabilen Peygamber Sevdalıları’na selam olsun.