-Arabistan Yarımadası’nı kaplayan karanlık cehalet bulutları ve putperestler arasında Allah’ın eşinin ve benzerinin olmadığına inanan ve kimi zaman da bunu meydanda haykıran kişiler vardı. Ve bunlar Hanifler’di.

 -İçlerinden çoğu içe dönük evlerinde bireysel hareket etmiştir. Sadece birkaçı putperestliğe biraz daha ağır eleştiriler sunmuştur. Onlardan Zeyd b. Amr’ın Mekke dışına sürgün edildiği ve daha sonra da bir Şam yolculuğu esnasında öldürüldüğü nakledilir.

 -Hanifler, putperestliğin yanlışlığını ve Allah’ın da birliğini savunmalarına rağmen hayata dokunacak ve yön verecek ciddi bir programdan, mesaj içeriğinden ve takipçi yetiştirmekten yoksundular. Bulundukları şartlardan dolayı bireysel hareket etmişlerdir.

 -As b. Vail gibi Müşrikler daha yeni filizlenen tevhid hareketi ve öncüsü Hz. Resul-i Ekrem(a.s.v) için; “Muhammed’i(a.s.v) kendi haline bırakın, o Ebter(Soyu kesik)’dir. Nasılsa öncekiler(Hanifler) gibi, onun da ölümü ile hareketi de son bulacaktır.” Diyorlardı.

  Bizim bu anekdotlardan çıkarmamız gereken derslere gelirsek;

 Haniflerle ilgili öne çıkan en büyük sorun Allah’ın birliğini dile getirmelerine rağmen hayata yön verecek hak içerikten yoksundular. İbadi hayatları ile ilgili dahi Zeyd b. Amr; “Ey Allah’ım! Kullarının sana nasıl ibadet etmelerini istediğini bilmiyorum. Eğer doğru ibadet şeklini bilseydim sana öyle ibadet ederdim.” Demiştir. İlmi bir programları ve hareketsel bir teşkilatlanmaları yoktu. Bireysel hareket ettikleri ve takipçi yetiştiremedikleri için kısmen denebilir ki çağrıları da bir sonraki nesle ulaşmıyor ve devamlılık gösteremiyordu. Resulullah(a.s.v) bu devrin Haniflerini ve var olan sorunu iliklerine kadar yaşamıştır. Hem o sorunun bilincinde olarak hem de ilahi vahyin yönlendirmesi ile ilk girişilen işlerden biri de; fert ve takipçi yetiştirmek ve gizli teşkilatlanmak olmuştur.

 Burada şöyle bir yanlışı düzeltelim; Resulullah(a.s.v) ve tevhidi düşüncesi ilk günden beri biliniyordu. Hatta nübüvvetten önce de Efendimiz(a.s.v)’in tevhidi çizgi üzerinde olduğu biliniyordu. Peygamberlik geldiği zaman da Efendimiz(a.s.v)’in fikri biliniyordu. Gizlenen takipçiler ve teşkilatsal yöndü. Açıkça hakkın haykırıldığı dönemlerde de bu gizli teşkilatlanma devam etmiştir. Araplar Efendimizin(a.s.v) hanifler gibi öldüğü zaman hareketinin de yok olacağını, söylemeleri teşkilattan, takipçilerinden ve cemaatsel oluşumlarından bütünüyle haberdar olamadıkları içindi.

  Evet hiçbir hareket, dolu ve doyurucu bir program ve çalışma yapmadan İslami topluluğun devamlılığını sürdüremez. Hayata dokunacak ve hayata yön verecek bir alternatif üretemez. Bu yüzden evvelen ilmi, programsal ve mesajsal bir çalışma yürütülmelidir.

  Gençler, yarına hitap eder. Mesajın bir sonraki kuşağa ulaşmasındaki en önemli köprü görevini görürler. Bir hareketin uyumsal, itaatsel ve donanımlı bir gençliği yoksa yarının hayallerini kuramazlar. Efendimiz(a.s.v)’e vefat eden erkek yavruları üzerinden “Ebter” diyenler Musab b. Umeyrlerden, Erkam b. Ebul Erkamlardan oluşan binlerce Kasım ve Abdullah’ın(Efendimiz’in vefat eden yavruları) yeniden doğduğundan haberdar olduklarında iş işten geçmişti.

 Diğer bir husus da zamanımızda çokça denk gelirsiniz; kitaplar ve kütüphaneler yutmuş ama bireysel takılan kişiler yüz yıl yaşasa da nefesi tükendiği an ismi, cismi, namı, davası her neyse onlar da o an tükeniverir. Geriye sadece cılız ışıklar bırakırlar. Ama diğer taraftan topluluk olmayı başarmış, itaatsel ve uyumsal hareket eden bir çaycının(ki kesinlikle bunu küçümsemek adına söylemiyorum) adı, cismi ve şanı vefatından sonra çağlar boyu devam eder.

 Bu arada sürekli bir şeye burun kıvırıp bireysel hareket eden ve eleştiri hastalığına müptela olmuş fertlerin kulakları çınlar mı bilmem! Ki kanıtlanmış bir deneydir; toplulukça hareket eden ve ortak karar alan kişiler, en üstün fikir üreten kişilerden daha sağlıklı sonuçlara varmışlardır.

 Bu yüzden tarihin nakli, bilimin tasdiki ve Allah’ın emri ile devamlılık ve süreklilik için yeniden ilmi program, teşkilat, birliktelik, uyum ve itaat diyoruz.

Selam ve dua ile.