Savunmasız ve savaşın en büyük mağduru olan yaşlı, kadın ve çocuklar için ne yapılsa azdır. Dinleri, dilleri ve ırkları ne olursa olsun.

Mavi gözlü, kara gözlü; esmer, beyaz, siyah veya kızıl tenli olması hiç fark etmez. Söz konusu nefes alan bir canlı ve Allah’ın yeryüzündeki bir esması ise gerisi teferruattır. Değil sadece insan olması, hayvan olması bile fark etmez. Zaten Efendimiz(a.s.v) değil miydi ki; köpek yavruları için ordugahın yönünü değiştiren?

Sadece hayvanlar mı? Taşınan cansa bitkiler bile korunmalıydı. Ki yine Efendimiz(a.s.v) değil miydi ki; savaş esnasında bile bitkilere kıyılmaması gerektiğini haykıran?

Evet, Vallahi öyleydi! Öyle ki yeri gelmiş Efendimiz(a.s.v);” Allah’ım ben Halid’in yaptığından beriyim!” demiş. Yeri gelmiş, esir edilen bir kadını cesetler arasından geçirdiği için Hz. Bilal’e ;” Ey Bilal! Sende acıma duygusu sökülüp atıldı mı ki, bu kadıncağızı ölülerin yanından geçirdin? Onları böyle mi getirmeliydin?” demiştir.

Öyle ya, Hak dinin müntesiplerine gayrisi yakışmaz. Yakışmamalı da!

Öyleyse İslam dünyasındaki tüm kıyımlarına rağmen,  işlenen vahşetlerdeki tarafgirliklerine rağmen İslam dünyasının Rusya ve Ukrayna savaşından dolayı mülteci konumuna düşen, bombalar altında bedenleri param parça edilen, fuhuş çetelerinin ahlaksız ağlarına düşürülen, organ mafyalarının acımasız pençesine kapılan, evlatsız Aristokrat ve sapkın ailelerin(!) yuvalarını şenlendirmek için kaçırılan kadın ve çocuklar uğruna sukut etmesi yakışık olmazdı.

Açıkçası İslam düşmanlarının gücünün kırılması ve sahip oldukları enerjiyi İslam coğrafyasında kusmamaları için birbirlerini yemeleri gönlümüzden geçendir. Yalnız tüm bu temennilere rağmen acımasız savaşların en büyük mağduru olan kadın ve çocuklar için sukut etmemek gerekir.

Ki, İslam dünyası kendisine yakışanı yaptı. Sukut etmedi. Dünya İslam Alimler Başkanı’nın çağrısı, Türkiye’nin tavrı ve özellikle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gece gündüz demeden gösterdiği gayret ve emek takdire şayandı. Şüphesiz alkışlanması gereken bir gayretti. Alkışlandı da; hem insaflı Müslümanlar  hem de Hıristiyan dünyası tarafından.

Umudumuz bu savaşta İslam düşmanlarının gücünün kırılmasıyla beraber Mustazaf kadın ve çocukların biran önce felaha kavuşmasıdır.

Yalnız bu alkışlık gayret ve emeklerle ilgili içimdeki bir burukluğu da paylaşmak istiyorum. İslam dünyası da bu gayreti hakketmiyor mu? Bu yapılanlar hak namına ise, bu hak birbirine girmiş Müslüman grup, cemaat, tarikat ve devletler için de bir şeyler emretmiyor mu?

Yemen için, açlıktan ve ona bağlı olarak hastalıklardan dolayı analarının kucağında ölen yavrularımız ve ağıt yakan Müslüman kadınlar için de bir şey emretmiyor mu? Suriye kamplarındaki namusumuz olan kadınlarımız için de yapmamız gereken bir şeyler olduğunu söylemiyor mu? Yoksa Hıristiyan veya Yahudi olanlar için dinler önemli değilken ve fark etmezken, Müslüman olan bu insanların fikirleri, mezhepleri ve inanış şekilleri fark ediyor mu?

Nereye dönsek kan, nereye dönsek acı ve gözyaşı hem de dünyada eşi ve benzeri olmayan şekilde… Sulh girişimleri ise çok cılız ve zayıf!

“Eğer iki mümin taife birbirleriyle savaşırsa aralarını düzeltin…”( Hucurat 9) ilahi buyruğu ortada ve üçüncü şahıslara sorumluluk yüklemiş olduğu halde; kefere dünyasına gösterdiğimiz merhamet, onların savaşanları için gösterdiğimiz gayret ve yapmış olduğumuz seferberliğin bir benzerini de Müslüman ülke ve gruplar için de sergilememiz gerekmez mi? Şartsız, şurtsuz!

Öyleyse İslam dünyasının Ukrayna ve Rusya için gösterdiği duyarlılığın ve yüklendiği sulh misyonunun şu mübarek Ramazan ayına girmeden, yetim ve garip İslam coğrafyası için de gösterilmesi noktasında çağrıda bulunuyoruz. 

Selam ve dua ile