İslam’ı bir hayat nizamı olarak görmeyen ve onu hayatın dışına itip sadece dört duvar arasına hapsetmeye çalışan sistemler,  aynı zamanda İslami kesimleri kontrol altında tutmak ve beşeri sistemin birer çarkı haline getirmek için bazı argümanlara sarılırlar. Kuşkusuz bunlardan biri de “Vatan” mefhumudur.  Bir Müslüman’ın vatanına olan sevdası ve bağlılığı tartışılmazdır. Yalnız Tağuti Sistemler bu tertemiz kavram üzerinden çok sinsi planlar devşirirler.

    Hak-batıl mücadelesinde Efendimize(a.s.v) karşı ortaya atılan en büyük propaganda malzemelerinden biri; “Diğer tüm Arapların Mekke’nin işgaline sebebiyet verme” söylemiydi. Çünkü onlar İslam davası sebebiyle tüm Araplarla savaşmak; dolayısıyla da canlarından olma veya vatanlarından kopma riskiyle karşı karşıya kalacaklarını düşünüyorlardı.  Hatta Müslümanlar bununla birlikte, toplum düzenini bozan, ailelerin birlik ve beraberliğini dağıtmakla da itham ediliyorlardı. Yani beşeri sistemler, hak mücadeleye karşı hep;  vatan, birlik ve beraberlik söylemiyle karşılık vermişlerdir. Peki, gerçekten öyle miydi? Elbette öyle değildi. Vatan sevgisinden dolayı Müslümanlar, hicret ettikleri yerlerde memleket hasretiyle yanıp tutuşmuş ve ciddi hastalıklara yakalanmış ve oturarak namaz kılmak zorunda kalmışlardı. Hatta Hz. Bilal(r.a) ve diğer sahabeler Mekke'ye olan özlemlerini şiirlere dökmüşlerdi.

   Yalnız batıl sistemler bu sevdayı bildikleri için sistemlerini ayakta tutmak için sürekli bu kavramlar üzerinden etki ulaştırmaya çalışmıştır. İslam’ın ve tevhidin öncelenmesi gereken tüm zeminlerde, “ilk önce vatan ve beraberlik ” denmiştir. Müslüman kitle bu sevda üzerinden kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Ama İslam’da ilk önce tevhid ve ilkeler; ondan sonra da vatan gelir. Öyle olmasaydı; Efendimiz(a.s.v) İslam fikriyatının ve tevhid ruhunun öncelendiği ve yeşerdiği bir karargah arayışına girmezdi. Hicretler yaşanmazdı. Çünkü İslam’ın hür ve tevhidin hakim olmadığı tüm zeminler esarettir, tüm diyarlar gurbettir.  Bundan dolayı Medine yurt edinmiş ve kalplerde sevgisinin oluşması için de dualar edilmiştir.

   Yalnız buna rağmen kişinin üzerinde doğduğu ve büyüdüğü toprakların gönüllerdeki tesirinden dolayı kimileri hasta olmuş. Kimileri de İman’dan vazgeçmiştir. Efendimiz(a.s.v) hem hicretin ağırlığından hem de bu tür durumlardan dolayı Medine için; "Temizi bırakır, kiri pası dışarı atar." Demiştir.

   Diğer taraftan “Hicret” İlk önce hak kavramının öncelenmesini gerektiren en güzel delillerden biridir. Dikkat ederseniz hicrette sadece zayıf ve zulüm görenler bulunmamıştır. Zengin ve Mekke’de himaye edilebilen kişiler de bulunmuştur. Tüm bu yaşananlar “İslam'da vatan” kavramını ve ona nasıl bakmamız gerektiğini gösteren en önemli eylemlerden biridir. Vatanın bir araç olduğunu amaç olmadığını ve verilen diğer nimetler gibi bir nimet ve imtihan olduğunu görüyoruz. Kesinlikle vatanı yaşanır ve değerli kılanın asıl toprağın kendisinin değil, vatanın idare edildiği sistem ve anlayışlar olduğunu; İslam’ın da vatanı daha yaşanır ve değerli kılmak için var olduğunu, “vatan kutsaldır” deyip onu idare eden bozuk anlayış ve ideolojilere göz yumulmaması gerektiğini anlıyoruz. Çünkü eğer öyle olmasaydı, efendimiz(a.s.v) vatan fikriyatından dolayı Mekke halkının parçalanmaması için didinir, birliktelik ve beraberliği sağlar ve vatan nasılsa önceliklidir deyip müşrik yönetime başkaldırmazdı. Ki yapılan propaganda şekline yazımın başında yer verdim.

   Aynı zamanda vatan olmazsa, namus din-diyanet vb. hiçbir şey olmaz fikrine hicretle farklı bir bakış kazandırmamız gerektiğini de anlıyoruz. Şüphesiz şu an bile yeryüzünde halkı Müslüman olmasına rağmen ve aynı vatanı paylaşmasına rağmen, var olan sistem ve ideolojiler tarafından yine din ve diyanet kavramı ciddi baskılar görebiliyor. Zindanlar hınca hınç doldurulabiliyor. Hatta namuslar çiğnenebiliyor.

   Yalnız tüm bunlara rağmen “her şeyden önce vatan” diyenler ilkeleri, tevhidi ve imanı arka plana atanlar olmuş ve olmaya devam etmiştir. Sinsi batıl sistemler de sürekli bu şekil bir söylemi gönüllerde işlemek için her türlü propagandayı yapmaya devam etmiştir. Hatta öyle olmuştur ki, İlk önce tevhid ve ilke diyenler; vatan söylemini her şeyden önce tutanlar tarafından aforoz edilebilmiştir.

  Peki, batıl sistemlerin iddia ettiği gibi, Müslümanlar ilk önce tevhid ve ilke diyerek gerçekten vatan düşmanı olurlar mı? Efendimiz(a.s.v); hak kelimeye(tevhid) yapışmaları karşılığında tüm Araplara karşı üstünlük sağlayacaklarını vaat ederek ve bunu hayatta iken gerçekleştirerek, aleyhte düşüncenin boş bir safsata olduğunu kanıtlamıştır.

  Evet, Müslümanların dünyasında; vatanı vatan yapan yegane güç Hak olmasaydı, büyük şair Mehmet Akif Ersoy;  “Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal.” Der miydi?

  Selam ve dua ile