( Siyer Üzerine Tahliller)

 İnsan gelişimi ve eğitimi konusunda önemli çalışmaları ile tanınan Robert J. Havighurst ve diğer gelişim uzmanları gençlik evresi ile ilgili tespitleri sıralarken; hareketlilik, eleştiri ve tepkisellik, kimlik edinme, rol model edinme, idealler geliştirme, idealler uğruna mücadele etme,  sosyal kabul görme, kendini ispat etme vs. gibi vasıfları sayarlar.

 Yani bu vasıflara bakınca, genç veya gençlik deyince neden “Deli-Kanlı” dendiğini daha iyi anlıyoruz. Aslında bu evre pimi çekilmiş bomba gibidir. Sağlıklı bir yönlendirme yapılmadığı zaman nelere mal olduğunu acı bir şekilde temaşa ediyoruz.

  Öyleyse bu dönemde çok hassas olmak gerekir. En hassas olunması gereken konu da bu davranışları söndürmek yerine onları doğru alana kanalize etmektir. Aksi durumda muhatabınız olan genç, sizi kendi dünyasından çıkarıp, tüm alıcılarını kapatacak ve isyan bayraklarını size karşı dalgalandıracaktır.

 Müslümanlar olarak bunu ne kadar başarıyoruz sorusunu cevaplamadan önce, ‘Siyer’ örnekliğinde gençlerle ilgili elimizde bir Stratejik Plan ile bir Hareket Fıkhı mevcut mu? gibi sorulara yoğunlaşmamız lazım. Yanlış anlaşılmasın; elbette İslami Hareketlerin bir “Gençlik Programı” vardır. Yalnız bunların kaçta kaçı Siyer örnekliğine sahiptir, orası muamma!

   Asıl konumuza dönecek olursak; Resulullah’ın(a.s.v) gençlerin bu hareketli, tepkisel ve direnişçi gelişim evresinde onları bütünüyle sınırlamadığına şahit oluyoruz. Belki size ilginç gelecek ama; özellikle de Mekke döneminde! Müslümanların sayısının çok az olduğu, zulüm ve işkencelerin tavan yaptığı, boykotların ilikleri kuruttuğu, hakaretlerin ayyuka çıktığı ve buna karşı ortamın çok çabuk provoke edilebildiği, en küçük tepkinin en ağır şekilde karşılık bulduğu ve Cihad’a izin verilmediği bir dönem!

 Evet, buna rağmen Allah’ın Resulü(a.s.v) gençleri bütünüyle sınırlamamış, mükemmel bir otokontrol denge stratejisi izlemiştir. Ve özellikle dikkatinizi bu stratejiye çekmek istiyorum. Hz. Ebu Zer, iman ettiği zaman Efendimiz(a.s.v), ondan, imanını belli bir zamana kadar gizlemesini istemişti. Ama Hz. Ebu Zer özellikle de iman heyecanı ile bir volkan gibi Kabe’de imanını haykırınca olanlar oldu ve ciddi bir linçten dönüldü. Ama Efendimiz(a.s.v), Ebu Zer’i bu davranışından dolayı kınamamıştır. Hz. Abdullah b. Mesud(r.a) ve genç arkadaşları sırf müşrikleri rahatsız etmek için Kabe’de Müşrikleri kudurtup durmuşlardır. Sonucunda linç edilseler de. Hz. Sad b. Ebi Vakkas(r.a) müşriklerin hakaretlerine karşı eline aldığı deve çene kemiği ile müşriklerin liderinin başını yarabilmiştir. Kimi kaynaklara göre ilk kan döken sahabe olarak kayıtlara geçmiştir…

 Efendimiz(a.s.v) zulümlerin tavan yaptığı, cihada izin verilmediği, en küçük davranışın bile umum Müslümanları ve sahibini lince maruz kıldığı, ortamın hemen provoke edilebildiği, her tarafta fitnenin kol kanat gezdiği, en küçük hareketin bile Müslümanlar aleyhinde en kötü propaganda malzemesine dönüştürüldüğü ve otokontrolün büyük önem arz ettiği Mekke döneminde bile gençlerin bu heyecanlı, hareketli, kimliğini kabul ettirme, eleştirel ve tepkisel aksiyonvari davranışlarını bütünüyle sınırlamamış ve eleştirmemiştir. Sadece belli düzeyde dengeli bir şekilde kontrol altında tutmuştur. Çünkü O(a.s.v) gençlerin gelişim özelliklerinin farkında olan bir liderdi. Gençlerin o vasıflarını sınırlı da olsa kullanmaları gerektiğinin farkındadır.

 Bu aynı zamanda onları yarına hazırlayan bir eğitim süreciydi. Bir taraftan sınırlı da olsa küfre karşı koyma yönleri geliştiriliyor, bu davranışların sönmesi engelleniyor; diğer taraftan da Cihad’a izin verilmeyerek sabır ve otokontrol yönleri geliştiriliyordu. Mükemmel bir denge süreci. Özellikle dikkatinizi burada bir şeye daha çekmek istiyorum.

 Mekke döneminde gençlerle ilgili anlattığımız bu eğitim ve bütünüyle sınırlanmamış aksiyon sürecine ek olarak “Cihad Bilinci” aşılanmıştır. Bu da gençlerin gelişim evresiyle örtüşen bir adımdır. Gençler yarın büyük bir cihadla karşı karşıya olacaklarının bilincindedirler. Bu da küfre karşı gençlerde büyük bir motivasyon aracına dönüşmüştür. Gençler o günleri sabırsızlıkla çekmişlerdir. Peki Mekke’de böyle bir durumun olup olmadığını nereden anlıyoruz?

  Uhud Savaşı’nda Efendimiz(a.s.v), Müşrik liderlerden Ubey b. Halef’e bir mızrak fırlatır. Ubey’in boynunda küçük bir sıyrık oluşur. Ama Ubey develerin böğürdüğü gibi böğürüp ölüm korkusuyla tutuşur. Kendisine; “Bu yarayla bir şey olmazsın.” Diyenlere; “Vallahi Muhammed yalan söylemez. Ben Mekke’de iken O’na(a.s.v); seni öldüreceğim diyordum. O(a.s.v) da hayır asıl ben seni öldüreceğim, diyordu.” şeklinde karşılık vermişti. Gördüğünüz gibi bu konuşma Mekke’de Cihad’a izin verilmediği bir zamanda Efendimiz ile Ubey b. Halef arasında geçmiştir. Demek ki Cihad’a izin verilmemesi Müslümanların Cihad aşkı ile yanmadıklarını göstermez. Ki bu olay da onun en güzel örneklerinden biridir.

 Diğer bir husus ise; Mekkeli Müşrikler Efendimizle ve ashabı ile ilgili suikast planları kurarken, onların kurtulma ihtimallerini ve ileride kendilerine karşı savaşma durumlarını da konuşup duruyorlardı. Şimdi bu durum açıkça gösteriyor ki; İslam düşmanları Müslümanların savaş ve Cihad düşüncesinin farkındadır. Ki iman etmeme gerekçelerinden biri de Araplara ve diğer insanlara karşı savaşma korkusuydu.  Şimdi müşriklerin bile bu kadar net olarak bildiği ve siyerde daha birçok örneği olan bir durumdan Mekke İslami Gençliğin ve Müslümanların bihaber olması ve bu aşkla o günü sabırsızlıkla çekmediklerini iddia etmek mümkün müdür? Ki kimlikleri uğruna ne zulümlere katlanıldı ve ne bedeller verildi. Zaten savaş noktasında hep ısrarcı olan gençler olmuştur!

 Hareketliliğin zirvede olduğu ve Cihad izninin verildiği Medine Dönemi de değil; aksine Cihada izin verilmediği ve yukarıda ifade ettiğimiz gibi çok hassas bir zemin olan Mekke Dönemi’nde bile İslami Gençliğin durumu budur.

 Şimdi günümüz İslami Hareketlerini ve Gençlik Stratejilerini konuşabiliriz. Gerçekten koyunlaştırılan, uysallaştırılan, zalimin her türlü hakaretine karşı önüne ket vurulan, içindeki fıtri eğilimleri göz ardı edilen, küfre başkaldırma eğilimi provokasyon söylemleri ile katledilen, ılımlı ve hoşgörüsel söylemlerle gençliği küfre karşı aslanlaştıran ‘Şehadet’ ve ‘Cihad’ ruhunu yok sayan, heyecan ve tepkiselliği söndürülen bir gençlikten ne beklenir? Ya da gençlerin kendini bulamadığı bir hareketi yarın neler bekler?!. Artık siz varın gerisini düşünün…

 Selam ve dua ile