Özellikle İmam Hatiplere ve İmam Hatiplerdeki tek cins eğitimine yönelik adımların arttırılmasıyla beraber İslam’ın öz evladı dediğimiz kimselerden kapının gıcırdaması gibi ilginç ve bir o kadar da rahatsız edici söylemler duymaya başladık.
Hatta o derece ki; “ Sen de mi Brütüs?” demekten kendimizi alamıyoruz.
Öğretmenlerin Kapsayıcı Eğitim kapsamında aldığı bir seminerde, Tek Cins Eğitim ile ilgili tartışmalara şahit olmuştum. Karma eğitimin en amansız savunucuları arasında bazı başörtülü(!) öğretmenleri görünce; “SubhanAllah! İşte dindar gençliği yetiştirecek dindar öğretmenlerimiz bunlarsa, eseri olan gençler de ancak bu kadar olur.” demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Tartışma uzadıkça bir taraftan iç fırtınalar yaşıyor bir taraftan da söylenen gerekçelere buz kesiliyorum. Efendim! Neymiş; karma eğitim olmayınca bir erkek bir bayana karşı nasıl davranacağını öğrenemiyormuş. Kaba sapa, odun gibi oluveriyormuş. Yani akademikçesi Asosyal oluveriyorlar. Gülelim mi ağlayalım mı, bilemedim. Bu arada Batılı araştırmacıların da karma eğitim ile ilgili öne sürdükleri gerekçelerin başında da bu sosyallik mevzusu gelir. Onu da hatırlatayım. Yalnız gerçekten öyle midir veya karma eğitim ile edinilen sosyallik mevzusunun artısı zararından az mıdır, çok mudur orası tartışılır. Hem de şiddetle.
Ergenlik dönemini yaşayan ve cinsellik eğilimi çok fazla olan gençlerin okul ortamlarında sebep oldukları nahoş durumları duymayanımız yoktur. İntihar eden gençler, gebe kalan gencecik kızlar ve bunun sonucunda toplumda edindikleri olumsuz algılar ve yargılar… Toplumsal yönden itilen ve dışlanan bu tablonun ne kadar sosyal ve insani olduğunu sorgulayanlar ise çok azdır. Neymiş sosyalleştiriyormuşuz. Merhum Necmettin Erbakan Hoca’nın dediği gibi;” Haydi oradan!”
Diğer taraftan Karma Eğitimin ürünü olan nice gençlerin, aklını zevklerin üzerine bina edenlerin özgür davranışlar olarak sıvayıp durdukları ve toplumun genelinde gayri ahlaki olarak tanımlanan durumlara şahit olmayanımız yoktur. Topluma açık ortamlarda çocuk-yaşlı demeden gösterilen ileri düzey sosyal davranışlar(!) ve konuşmalar akla ziyan. Onca ahlak parçalayan Tv dizilerine ses etmeyen RTÜK bile, eğer o ortamı denetlese tüm konuşmalara toplumsal değer yargılara tezatlıktan cezalar yağdırır.
Yok kardeşim, yok! Biz sizin bu sosyalliğinizden bir zahmet almayalım. Sınıflarda kız-erkek birbirine oğlum diye hitap eden, mahrem sınırlarına yabancı olan, büyüklerinin yanında utanma had ve hududunu çiğneten bu sosyalliğiniz bizim için bir afetten başka bir şey değildir.
Bir taraftan kuşaklar arası parçalanmışlığı arttıran, gençleri depresif davranışlara iten, istenmeyen sonuçlardan dolayı intiharları arttıran, toplumsal dışlanmışlığı içinde barındıran; diğer taraftan aile hayatı kurmak isteyen çiftlerin evlilik ortamına taşımaları gereken ve aileyi bir arada tutan heyecanları yok eden ve bağları zedeleyen, eğitim ortamında akıllarını derslere vermek yerine zamanının çoğunu manikür pedikür işlerine harcayan ve kendini karşı cinse beğendirme endişesi ile başarısını erozyona uğratan yaşantıları ve eğitim ortamlarını hem eğitimin hedefi hem de müspet sosyallikle izah etmek akıl karı olmasa gerek.
Öyle bir hale evirildik ki; bırakın da bir zahmet gençler büyüklerinden ve birbirlerinden biraz utansın! Utansın ki toplumun, ailenin ve bireyin sosyal bütünlüğü muhafaza edilmiş olsun. Toplumdaki, ailedeki ve eşler arasındaki bu kopuş ve parçalanmışlığın en büyük sebebi fertlerin birbirine karşı olan mahrem alanı çiğneme rahatlığı ve utanma duygusunu yitirmesinden kaynaklanmıyor mu? Boşuna “Rabbinden utanmazsan istediğini yap.” Dememişler. Utanma duygusunun yitirildiği fertlerden her türlü istenmeyen davranışı beklemek olağan hale gelir. Ve dikkat edin bir konunun savunucuları o konunun sağlamlığı hakkında bilgi verir. Bu konuyu son zamanlarda özellikle gündeme getiren sanatçıların ve sözde eğitimcilerin ekseriyeti dini ve toplumsal değerleri karşısına alan ve hayasızlıkta tavan yapan kimselerdir. Peki sana ne olmuş bıre Müslüman! Sen bunu ne için savunursun?
Bazı muhafazakarların, mevzu bahis olan başlığımız üzerindeki bir diğer sakat söylemi de; İmam Hatiplere giden bazı öğrencilerin yanlış söylem ve davranışları üzerinden genelleme yapmalarıdır. Efendim neymiş; İmam Hatip öğrencileri diğer okullardan daha beter durumdaymış! Gerçekten öyle midir ya da burada ciddi bir sinsilik mi söz konusudur? Öncelikle şunu baştan belirtelim ki; bu söylem bize ait değildir. Müslüman mahallesinde salyangoz satanların ve çamur at tutmazsa izi kalsın sinsiliğini yürüten zihniyetin söylemidir. Bu zihniyet; “ İmam Hatipler sapkınlık üretir.” diyecek kadar çukur bir zihniyettir.
İmam Hatip okulları, 28 Şubat darbesinin silindir gibi üzerinden geçtiği ve bu darbeden en çok etkilenen kurumların başında gelir. Bu darbeden sonra can çekişmenin eşiğindeydi. Hem bu okullardan mezun olmak ve bir yere yerleşmek ciddi bir sorundu hem de aileler bu okullara öğrencilerini doğru dürüst gönderemez olmuşlardı. Son yıllarda bu kurumları iyileştirmeye yönelik ciddi adımlar atıldı. Diğer kurumlardan mezun olan öğrenciler bu kurumları tercih etmeye ve İmam Hatipler tekrardan yeşermeye ve canlanmaya başladı. Yalnız daha yeni yeşeren bu kurumların kendisini kanıtlaması zaman alacaktı, ki öyle de oldu. Son yıllarda hem ülke içinde hem de dünya ülkeleri arasında İmam Hatip öğrencileri kendini kanıtlamaya başladı. Liselere giriş ve üniversitelere yerleştirme sınavlarında elde edilen reel veriler ve son olarak da TEKNOFEST’te bu kurumlarda okuyan öğrencilerin elde ettiği başarılar ortadadır.
Yalnız siz de taktir edersiniz ki; bu kurumlara gelen öğrenciler karma eğitim kurumlarından çıkıp bu kurumlara geliyorlar. Yani eğitimi ve başarıyı değerlendirirken girdileri ve çıktıları beraber değerlendirmemiz ve ona göre yargıya varmamız lazım. Zaten on bir yaşına kadar çocuk kişilik gelişiminin büyük bir çoğunluğunu tamamlamış oluyor. Ve Birey, karma olan ve dini eğitimin yok denecek kadar az olduğu bir eğitim ortamından doğru veya yanlış şekillenen bir kişilikle İmam Hatiplere gidiyor. Bu kurumlarda diğer kurumlarda olduğu gibi tasvip edilmeyen davranışlar görülebilir. Yalnız bu şekilde gelen bir öğrenci bu kurumda genel anlamda başarı olarak çıktıya dönüşmektedir. Yukarıda bahsettiğim sonuçlar bunun en güzel göstergesidir.
Diğer taraftan hem meslek liselerinin hem de imam hatiplerin önündeki en büyük engellerden biri de; toplumda var olan; “Oğlum zaten eğitimde iyi değil, aynı zamanda davranış bozuklukları var. En iyisi oğlumu veya kızımı ya imam hatibe ya da meslek lisesine göndereyim de bari adam olsun.” Tarzı yaklaşımlardır. Bu yaklaşım tarzıyla bahsettiğimiz kurumlara gelen birçok öğrenci vardır. Bu da o kurumlarda istenmeyen davranışlara sebebiyet verebiliyor. Ama bu kesinlikle genellenemez. Ki eğitimde girdi ve çıktılara baktığımızda bu öğrencilerin istenmeyen davranışları da zamanla o kurumdaki diğer bireylerin içinde erimektedir.
Ama lağım kuyusuna dönüşmüş bir zihniyet, bu tür durumlar üzerinden kara propagandalar yapmaktadır. Sağlıklı bir ölçme ve değerlendirme, eğitimdeki girdi ve çıktıları bütünsel olarak değerlendirilmeyi ve eğitimcilerin özellikle buna dikkat etmelerini gerektirirken, sonuçlardan yani çıktılardan bağımsız olan ve münferit olan davranışlar üzerinden yargıya varmak eğitimci bir kimliğe ne kadar yakışır? Maalesef Muhafazakar dediğimiz bazı kimseler de, bu parçacı bakış açılarıyla ve çıktılardan bağımsız bir şekilde değerlendirmelerde bulunarak bu cinayete alet olabiliyorlar. Allah’tan korkmasalar; “İmam hatipler sapkın üretiyor.” Diyecekler.
Demek ki, Sezar’ın Brütüs serzenişi sadece ona ait bir şey değilmiş. Kardeşlerimizin kulakları çınlasın!
Ara ara bu sakat söylemleri değerlendirmeye devam edeceğiz, inşallah.
Selam ve dua ile