“Bir tacirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmiş güzel bir duduydu. Tacir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı. Her birisi ondan bir şey istedi. O iyi adam hepsine istediklerini getireceğini vadetti. Duduya da “Sen ne armağan istersin?” dedi. Dudu dedi ki; “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat; de ki “Sizin müştakınız olan filan dudu, Tanrı’nın takdiri olarak bizim mahpusumuzdur.
Size selam söyledi, yardım istedi. Sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi.”

  Tacir Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti. Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü. Atını durdurup seslendi, dudunun selamını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi. O dudulardan birisi bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi. Tacir bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu. Dedi ki “Bir cana kıydım. Bu dudu olsa olsa o duducağızın akrabası olacak. Bu işi niye yaptım, o haberi niye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım. ”

  Tacir alış-verişi bitirip muradına nail olarak evine geldi. Dudu, “Bu kulun armağanı hani? Ne gördün ve ne dedinse söyle” dedi. Tacir “Söylemem. Cahilliğimden, akılsızlığımdan böyle saçma bir haberi niye götürdüm diye hâlâ pişman olup durmaktayım” dedi. Dudu, “Efendim, pişmanlık neden, bu hiddete, bu gama ne sebep oldu?” dedi. Tacir dedi ki; “Şikâyetlerini sana benzeyen dudulara söyledim. İçlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü. Ben, ‘Ne yaptım da bu sözü söyledim’ diye pişman oldum ama bir kere söylemiş bulundum. Pişmanlık ne fayda verir?” Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu. Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külahını yere vurdu. Onu bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı. Dedi ki; “Ey güzel ve hoş nameli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin?”  Tacir ateşler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu.

  Tacir ondan sonra duduyu kafesten dışarı attı. Duducuk, uçup bir yüksek ağacın dalına kondu. Tacir hiçbir şeyden haberi yokken kuşun esrarını görünce bu işe şaşırıp kaldı. “Hindistan’daki dudu ne yaptı da sen öğrendin, bir oyun ettin, canımızı yaktın?” dedi. Dudu dedi ki: “O, hareketiyle bana nasihat etti. ‘Güzelliği, söz söylemeyi ve neşeyi bırak. Çünkü söz söylemen seni hapse tıktı’ dedi. Bu nasihati vermek için kendisini ölü gösterdi.” Dudu tacire hoşa giden bir iki nasihat verdi. Sonra, “Allah’a ısmarladık, artık ayrılma zamanı geldi” dedi. Efendi dedi ki; “Allah selamet versin, git. Sen bana yeni bir yol gösterdin. Bu bana nasihatti. Onun yolunu tutayım, o yol aydın bir yol.”

   Bu hikaye Mevlana’nın(r.a) anlattığı ibretlik hikayelerdendir. Özellikle hayata yön vermek isteyenler için çok güçlü mesajlar vermektedir. Örneğin; Dudu kuşu kafeste olduğu için dert yanan bir kuştur. Birçoğumuzun dert yandığı gibi. Kimimizin ümmetin, kimimizin gençliğin, kimimizin ailelerin ve kimimizin çevrenin halinden dert yanması gibi. Ama sürekli dert yanmak dudu kuşunu kafesten kurtarmadığı gibi sorunlardan şikayet eden bizleri de çözüme ulaştırmayacaktır. Sürekli karanlığa taş atıp durmak karanlığı yok etmez. Bu yüzden selamın verildiği ve ölü taklidi yaparak mesaj gönderen kuşa kulak verilmeli. Yani kendin, ailen, ülken ve insanlık adına sorunlardan kurtulup özgürlüğün hayalini kuruyorsan sürekli mızmızlanmayı, şikayetlenmeyi ve karamsar bir tablo çizerek enerjini tüketmeyi bırakıp projeler, programlar ve çözümler üreterek eyleme(harekete) geçmelisin. Bir yerden başlamalısın. Başlamalısın ki, karanlıklar aydınlığa kavuşsun.

 Selam ve dua ile…