Kişiliksizlik; insanın yaratıcıya, insana ve çevresine karşı sorumsuzluk halidir. Vefa ise; insandan, yaratıcıdan veya etraftaki varlıklardan dolayı hayatın her alanında taşınması gereken sorumluluk bilincidir. Yani kişiliksizliğin panzehiri vefadır.

    Kur’an-ı Kerim’deki kıssalarda en çok konu edinen insan topluluğu şüphesiz İsrailoğulları’dır. Ve genellikle yolunu şaşırmış, nankörlükler içerisinde bocalayan ve sayısız lütuf ve ikrama rağmen Allah’a karşı haddini aşan bir topluluk olarak karşımıza çıkar. Yani kişiliksizliğin girdabına sıkışmış bir topluluk. Allah’u Teala, İsrailoğulları’na ve onlar üzerinden tüm insanlığa ahlaksal ve kişiliksel bir ivme kazandırmak adına tekerrüren; “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.” Ayeti ile vefayı gündeme getirmiştir.

   Resulullah(a.s.v)’ın, sabahlara kadar namaz kılmaktan ayaklarının altı şişerdi. Bunu görenler; “Gelmiş ve geçmiş tüm günahların affedilmesine rağmen neden kendini bu kadar yıpratıyorsun?” diyenlere: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” demiştir. Habeşistan kralı Necaşi, ülkesine hicret eden ashaba iyi davrandığı için, Habeşistan’dan Medine’ye gelen heyete hizmet etmek için ashab; “Biz onlara hizmet ederiz.” Israrlarına rağmen izin vermeyerek kendi eliyle hizmet etmiştir. Baştan aşağı vefa ve kişilik rehberi… Sadece Rabbine, davasına ve Müslümanlara karşı mı? Bilakis İslam düşmanlarına karşı gösterdiği vefa, onları hayretler içerisinde bırakmıştır. Bedir savaşında düşman tarafından savaşmamak üzere şartlı yeminle salıverilen ve Efendimiz(a.s.v)’e ulaşan iki Müslüman vardı. Efendimiz(a.s.v), düşman ordusunun sayısı Müslümanların üç katı olmasına rağmen, düşmana verilen sözden dolayı gelen iki kişinin sözlerine sadık kalmalarını ve düşmanla savaşmamalarını istemişti. Hatta bazı İslam düşmanlarının zamanında Müslümanlara birkaç yararı dokunmuştu. Bundan dolayı savaşta mümkün mertebe mecbur kalmadıkça vefa gereği bunların öldürülmemesini telkin etmişti…

  Asıl mesele şu ki; böyle mükemmel bir ahlak peygamberinin vefalı ve Muhammedi kişilikle bezenmiş bir ümmeti olmakta sıkıntılar yaşıyoruz. Rabbimize, Resulullah(a.s.v)’a, İslam şehitlerine, yıllarca gece gündüz demeden bizim için koşuşturan ve üzerimize titreyen emek sahiplerine; zindanlar, muhaceretler ve acılar çekmiş dava adamlarına, bir zamanlar İslam için alın teri dökmüş ve omuz omuza mücadele ettiğimiz eski dostlara karşı vefa göstermede ve Muhammedi bir duruş sergilemede sıkıntılar yaşıyoruz. Onca yarar, hatır, emek ve gözyaşını sadece bir fikir ayrılığına kurban edip, birbirimize sırtımızı dönüp hainlikle, küfürle, ihanetle ve zalimlikle itham etmediğimiz kaç kişi, grup veya cenah kaldı? Bu kardeşlerimiz, değeri veya vefayı İslam düşmanı olan Ebul Bahteriler kadar da mı hakketmiyorlar? Ümmet olarak şöyle bir halimize bakın; TV kanallarına çıkan cübbeli-cübbesiz, sarıklı-sarıksız, sakallı-sakalsız hocalara, ümmetin siyasetçilerine, İslam beldelerinin ve devletlerinin liderlerine, tarikatlara ve cemaatlere bir bakın! Küfrün onca çirkin ve kirli yüzüne karşı yan yana durduğumuz ve onca ortak yanımıza rağmen karşımıza aldıklarımıza bir bakın! Dost kim-düşman kim her şey birbirine karışmış durumda. Kurtlar sofrasına serdiğimiz ve beraber parçaladığımız Müslümanlara bir bakın! Kişilik ve kimlik kargaşası hali yaşanıyor adeta…

   Ümitsiz değiliz elbet. Vaveylacı da değiliz; yalnız sakinleşip “Kim olduğumuzu veya ne olmamız gerektiğini, Muhammedi bir kişilikte nerede olduğumuzu” tekrardan düşünüp, silkelenmek için Vefa demeli ve vefa Peygamberinde(a.s.v) hayat bulmalıyız.

Selam ve Dua ile