Vahiy, Allah katından Resulullah(s.a.v)`a Cebrail aracılığıyla gönderilmiş ilahi kelamdır. Mekânı Hira, zamanı 14 asır evvel, süresi kıyametin kopacağı güne kadardır. Efendimiz`in yaşadığı toplumu dize getiren ve dünyamızı da uygulandığı sürece fıtratına döndüren Kur`anî Kelam`dır. Vahiy; insanlığın yüreklerini, çıkmazlarını, düşüncelerini, rotasını karanlıklardan arındırıp aydınlığa yönelten bir Nur`dur. En güzel edebi üslubu barındırıp, insan ruhuna hitap eden ve ettikçe tüm hayatı İslami düzleme çevirendir. Vahiy, insanın bazen çölde aradığı sudur. Uygulandığı sürece her iki dünya saadetine erdirecektir. Bu minvalde vahiy, Rabbimizin insana rahmet ettiği huzur kaynağıdır... Vahyi hayata inşa etmekse, vahyin pratikte yaşanmasını şiar ve kabul etmekle olur.
Vahiy hayatımızın merkezi olmalıdır. Merkez edinmekte pratiğe geçişin, eyleme dönüşün adı olmalıdır. Müslüman`ın kuşanması gereken, teslimiyetine de yakışan budur. Vahyin inşası da, sünneti doğuracaktır şüphesiz... Direksiz bir ev olamayacağı gibi ve etle tırnak kardeşliği gibi vahiy ve sünnette birbirinden kopartılmayacak bir konumdadır. Nitekim vahyin ete kemiğe bürünmüş hali, Resulullah`tır(s.a.v). Bilirsiniz Hz. Aişe Annemiz, “O, yürüyen bir Kur`an`dı” der. Hiçbir izahata ve şüphe götürmeyecek gerçeklikte mükemmel cevaptır bu. Vahiy ahlâkını hayatımıza geçirmeyle hemhal olmak, Efendimiz`in her hareketini şiar edinmekten geçer.
Vahyin geliş sürecine bakalım... Ki Mekke toplumunu, diğer kabileleri ve dünyayı seyrettiğimizde; en kötü hallerin, en koyu çirkefliklerin yaşandığını temaşa ederiz. Bu durumda Rabbimiz vahyi kalplere ulaştırarak insanoğlunun en muhtaç olduğu anda rahmetini göndermiştir. Resulullah`ın seçkin konumuysa bulunduğu toplumu ve insanlığı bu “Kurtuluş Projesi”ne dâhil etmektir. Bu ömür boyu tükenmez, yeniliğini yitirmez tüm toplumun ve her insanın zamanına uygun projedir. Mekke çağına yakın günümüz modern çağın ıslahı, Allah`tan uzaklıktaki konumu da ancak vahyin inşasıyla mümkün olabilir. Onun içindir ki; vahyi önce hayatına ve gönüllere Allah`ın yardımıyla inşa ettirmek her Müslüman`ın vazifesi, sorumluluğu ve görevi olmalıdır. Ancak vahyi hayata hâkim kılmak, gönüllere ve amellere inşa etmekle gerçekleşir…
Sadece dille okumak onu anlamak ve yaşamak için yeterli değildir. Pratiğe geçiş için anlamak gerekir. Hayatın her alanına inşa etmek, vahye ilk olarak iman edip iman ettiğimizi de yaşamayla olur. Nitekim Abdullah bin Ömer`den gelen şu rivayet gerçekten çok önemli ve konunun da özeti mahiyetindedir.”Vaktiyle öyle bir hayat yaşadım ki, o sıralar her birimize Kur`an`dan önce iman verilirdi. Hz. Peygambere bir sûre iner inmez, o sûrede yer alan helal ve haramları, üzerinde durmamız gereken yerleri öncelikle öğrenirdik. Tıpkı sizin Kur`an (metnini) öğrendiğiniz gibi. Sonraları öyle kimseler gördüm ki, kendilerine imandan önce Kur`an veriliyor. O kimse, kitabı başından sonuna kadar okumasına rağmen, emirleri- yasakları nelerdir. Üzerinde durulması gereken yerleri nelerdir bilmeden, daki (en kalitesiz hurma cinsi) hurmasının dökülüp dağılışı gibi, Kur`an`ı parça parça okumakla yetiniyor.”
Vahiyle donanmış bir hayat nerde ve ne şekilde olursa olsun vahyin gölgesinde dik ve tavizsiz olur. En önemlisi ‘elalem ne der` lafını bir kenara itip ‘Allah ne der` diye vahyi günlere taşır. Bu da Allah`a daha çok yakınlaştırıp vahyi ve sünneti birinci planda tutmaktır. Her safhada günleri Kur`an ve sünnet merkezli geçirip hayat üzerindeki etki hissedilir. Nitekim Kur`an`ın hayat üzerindeki etkisini itiraf etmesi bakımından bir İngiliz trafik uzmanı bakın ne diyor: “Kitabınızdaki ‘Her ne söz söylerse mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır-Kaf/18-` ayeti elimizde olsaydı trafik kurallarına ihtiyacımız olmazdı.”
Vahyin ilk ayetleri bile aydınlatıcı ve parlak bir yol sunuyor. Bildiğimiz gibi Alak sûresinin ilk iki ayeti sadece dil ile okumak kadar dar bir kalıba sığdırılmıyor. Her durumu, her konumu, sıkıntıyı, bolluğu, derdi, mutluluğu, tasayı, huzuru Allah`ın adıyla okumak... Bu da aslında vahyi hayata taşımaktır. Bir topluluğun içinde İslami kimliğimizi öne çıkarmak gerekir. Bu da; duruşumuzu, görüşlerimizi, amaçlarımızı vahyin süzgecinden geçirmekle olur. İşte o zaman ‘örnekliği` de gösterebiliriz. Müminin duruşu her konumda taviz verilmeyecek bir yol olmalı... Vahyin inşa edeceği kalpte bu düsturu hedef edinecektir. İşte o zaman vahiy, insanların gönüllerinde yerini bulacaktır. Ve yine söyleyeceğimiz gibi, bu inşa aşamasından sonra vahyin hayata hâkim olması sağlanabilir. Bu da, müminin en büyük arzusudur. O`ndan uzak kalındı diye oluyor olanlar. Unutmayalım, ümmetin en sıkıntılı halleri ondan uzaklığımızdan dolayıdır...
Özellikle bu Ramazan ayında Kur`an`la haşır neşirliğimizin olduğu dem de anlamına da göz atmamız faydalı olacaktır. Bize Allah`tan gelen bu mektubun içeriğini merak etmiyor muyuz yoksa?! O`na en büyük saygı bezlere sarıpta duvarlarda asılı tutmak değildir, O`nu yaşanır kılmaktır.