Bitmesine ramak kalmış günlerin göbeğine oturup saati çok ileriye almanın peşine düşmek… Sultanlığa bürünmüş bu ayı yaşarken gölgesi kalacaktı geriye... Gölgesini tutmak için koşacaksa da ayaklar, o da gidecekti biliniyordu. İbadetin lezzetine varmak güzelse, bir sonraki seneye uğurlamak zordu. Kirlenmiş bir dünyada herkes ruhunu doyurarak temize çıkmaya çalışıyordu. Gürültülü bir dünyada herkes kendine dönüyordu.
Bu gürültü arasında en güçlü ses nefisti şimdi. Güçlü sese takılıp bu fırsatı değerlendirmeden düşenler... Sesi arkaya atıp birinciliğe ruhun isteklerini alanlar... Bu her iki insanı aynı kefeye koymamak için geliyordu Ramazan!
Bir amacı da imtihan yokuşunda farkı ayırt etmekti. Ama gidecekti işte... Sahurun bereketi alınırken, yıldızların ve gecenin feyzi de kursaklara diziliyordu. İftar sofrasında bekleyen zincirlenmiş nefisler ezan okunasıya kadar terbiye sınavındaydı… Ruhlarsa Kur`an sofrasından doyasıya yemekte...
Çünkü Ramazanın içinde vahyin doğum günü var. Ramazan bir kap hükmündeyse içinde hayat yolunu aydınlatacak elmas var. Arşın tebessüm ettiği Hira mekânı var. Ve hiç okuma bilmeyen bir El-Emin var. Tüm bunları birleştirdik mi ramazanın içinde en değerler var... Farkına vardık mı gölgesinden tutup gidilmesi istenmeyen bir ramazan var. Belki yeniden diriliş... Diğer aylara meydan okuyacak bir yenileyiş… Belki de nefislerin bu ayda hidayete ermesi... Haydi, bir hidayet yolculuğuna çıkalım öyleyse!
Ramazan, aklanma... Ramazan, Kur`an`la muhatap olma... Öyleyse her ayet üzerine inmiş gibi ilk ayetini İkbal'ce muhatap alarak; 'iqra/oku!' diyor. Cebrail'in zoruyla okuma bilmeyen bir Peygamber (a.s.v) geliyor aklına. Düşünüyor, öyleyse bu okuma çok geniş... 'İqra/oku!' diyor, kendine bakıyor. 'Oku!' diyor, çevresine bakıyor. 'Oku!' diyor, kâinata bakıyor. Tefekkürün verdiği, ruhun desteklediği nurla ‘kul` oluyor. Rabbini tanıyor, adam oluyor. Âdem olma yolunda ilerlerken bin bir türlü günahlar geliyor aklına. Bu yasak elma soyundan gelen günahları bataklığa atmayı, ramazan ayında yapıyor. Pişmanlık dolusu ahları tövbelerle aklıyor. Günah lekesi hataları yakarışları temizliyor. Ramazan O'nu aklıyor. Günahların üstüne basa basa geçerken tövbeleri diriltiyor. Bir gün başına takacağını ummadığı siyah başörtüsüyle, hiç kılacağı aklına gelmeyen namazıyla kadir gecesinde elleri duada başı yerde ağlıyor. Ağlıyor, ağlıyor… Ağladıkça ve pişmanlık gözyaşları akıttıkça eşref-i mahlûkat zirvesine çıkıyor. Ve anlıyor kadirin; fırsatın, tövbenin, yenileyişin ve güzelliğin gecesi olduğunu…
Kur`an ayında Kur`an ayetleriyle Kur`anî yaşamı geçirirken benliğine 'dirilişe' adım atıyor. Sonra Hira ve Kur`an'ın en öncelikli muhatabı Peygamber(a.s.v) geliyor aklına... "Qum feenzir/kalk ve uyar" ayetine takılırken, Peygamber'in Hira`dan şehre tebliğ ayaklanmasına başladığını düşünüyor. Hira` dan inip şehre adım atarken zorlu bir yolculuğa göğüs gerdiğini hissediyor. Sonra kendine bakıyor ve 'peygamberin izinden' diye söylenirken, "Qum feenzir"diyor kendine dönüp dönüp bakıyor. Ve bu ayda kuşandığı yeni bir değişikliğe karşı gelecek imtihanları düşünerek ama aldırış etmeden ilerliyor peygamberin izinden… Bir sorumluluk payesi biçiyor kendine… İslam`ın güzelliğini oturarak değil kalkarak yapacağını fehmediyor. Bir yandan da 'oku' ayetini hiç unutmuyor. Okuyarak izinden gideceğini biliyor. Okuyarak kalkacağını biliyor.
Ve bu Ramazan ayına benim 'doğum ayım' derken kendini hak ettiği bayramın kollarına atıyor. Ama bu Ramazan ayını hiç unutmuyor. Gitmesini de istemiyor, bitmesini de... Elveda derken, bu aydaki atmosferi diğer günlere yayacağı için diğer aylara merhaba diyor...