Dünyevileşme tehlikesinin insanların arasında en zirvede olduğu şu dem de, ahiretleşen insan tipinden çok dünyevileşen insan tipine tanıklık ediyoruz. Oysa Allah`ın ahirette bize soracağı sorular bizim hayatımızın özünü teşkil etmeliydi. Ahirette cevabını nasıl vereceğimizi bilmediğimiz sorular, dünyada bizi harekete geçirmeli ki cevabını vermekte sıkıntı çekmeyelim. Fakat o sualler yerine dünyevi sualler bizi etkisi altına almış. Kaç tane ev yaptın? Arabanı en üst hangi markayla değiştirdin? Kaç üniversite bitirdin? Falan kişinin aldığı eşyadan kendine de aldın mı? Ve daha neler neler…

Bunlar sadece soru ve suale cevap olarak kalmıyor, hayatın hepsini kapsıyor. Dert, çaba, gayret belki de bunlar için oluyor. Sadece bir soru olarak bakılsa ve görülse sıkıntı yok. Ancak bu sualler insanın amacı olmuşsa insanın dünyevileşme tehlikesinin içine battığını görebiliriz.

Bu işin maddi yönü. Dünyevileşme deyince akla sadece mal, para gelmemeli. Dünyevileşmenin bir de manevi yönden etkisi vardır. Mesela seni alakadar etmeyen, dahli olmadığın bir meselede konuşmak. Senle alakası olmayan seni alakadar etmeyen bir olay üzerine saatlerce kulağımızı kabartıp dinlemek. Ya da zamanı dünya odaklı geçirip bu değerli hazineyi değersiz TV programları başında, zaman hırsızı internet başında ve boş meşgalelerle geçirmek.  Ya da İslam için nasihate gelince kaçınmak ama nefsi bir telkinde bulunulunca saatlerce ona odaklanmak. İslami sohbetlere lakayt kalıp, yorgunluk ve geçersiz bahanelerle oyalanmak; ancak gezme, alışveriş hususlarında hiçbir bahane bulmayıp gitmek. Gelmeyene gitmek düsturunu arkaya atıp akraba ziyaretinden kaçınmak ama eğlence, süs ve nefsi celbeden her şeyde ayaklanmak.

Tüm bunlar dünyevileşme virüsünün insanın maddi hem de maneviyatına sıçramış hali değil midir? Tüm bunlar bizi kulluk amacıyla ahiret odaklı yapabilir mi? Yapmaz, çünkü bunlar dünya odaklı yaşayıp ahireti unutturmaya azmetmiş şeytani oyalanmaların sinsi tuzaklarıdır. Süslü, cazibeli ve etkileyici gösterip insanın her halinin dünyaya merak salmasına ve onu kalbine almasına yardımcı olmaktır. Bu ne kötü bir yardımdır! Ve ne ateş dolusu ve yokuştan tepe taklak düşüren bir yardımdır!

Ne yazık ki, toplum olarak bu yardımın bizi kurtaracağını sanır olmuşuz. Sanki birikim yapılmasa, gelecek endişesi içinde olunmasa, on sene sonraki maddiyat kaygısı içine girilmese açıkta ve aç kalınacak. Hayatını yaşa cümlesi de öyle bir dünyevileşme virüsü saçmış ki; her şeyden el etek çeken, rahatına keyfine düşkün, hep fedakârlığı başkasından bekleyen, ancak kendisi benmerkezci yaşayıp sadece kendisinin dünyevi rahatı için uğraşan insan tipi oluşturmuş.

Aslında sorun bu kadar açıkken tüm çözümler de öncelikle ahireti hesaba katan programlar üzerine olmalı. En güzel çözüm, sahabe hayatını güne nakşetmektir. Ve sonrasında zihinlere bir sual göndermek; sahabeler de biz de aynı cennete talibiz? Vücudunu saracak bir kefen bulamayan Mus`ab bin Umeyr de, ardından kat kat evler bırakan zamane Müslümanı da aynı cennete talip. ‘Ben münafık oldum` diyen Hanzala da, kendi cennetinden emin olan zamane Müslümanı da aynı cennete talip. Peki aramızdaki fark ne dereceymiş?