İnsanlar türlü türlüdür. Tövbe edenlerin hali de tabaka tabakadır. Bu konuda İmam Gazzali’nin tasnifine dayanarak şunları söyleyebiliriz:
Birinci tabakada tövbede istikamet üzere duranlar vardır ki bunlar, “nefs-i mutmaine” makamına ermişlerdir. Nefsinin tüm ayartmalarına ve günah yollarına set çekebilenlerdir bu ulvi tabakadakiler. Bu övülmüş tabakada olmayı arzuhal ederiz.
İkinci tabakada ise büyük günahları bıraktığı halde günaha ilgisi tam kesilmeyen kullar var. Böylesi bir halde nefis, işlediği günahlardan ötürü kişiyi kınadığı için “nefs-i levvame” makamındadır. Kalbini ve vicdanını öldürmeyen, tövbe ile kendini temizleyen çoğu Müslüman bu tabakadadır. Yeterli olmasa da değerlidir. Çirkin iş yapsa dahi hemen Rabbine dönen bu kulları, Allah Necm Suresi 32. ayette över. “Sizin en hayırlınız, cehaletle kötülük işlediği vakit hemen tövbe edendir.” buyruğuyla Resulullah (SAV) da över. Burada cehalete dikkat etmek gerek. Zira Nisa Suresi 17. Ayette de belirtilen bu durum bilgisizlik değil, nefsin tahrikleri ve kabaran şehvetin aklı esir alması ve bu tahrikin tesiriyle hareket etmektir. Nice insan bu cenderenin içinde bocalayıp durur çünkü. Bu insanların ümitsizliğe kapılması, haşa bir yerden sonra “Benden adam olmaz!” kanısının hâsıl olmasına sebebiyet verir. Aman dikkat!
Üçüncü tabakada bir yanda kuvvetli arzusuna söz geçiremeyip öte tarafta tövbe ve taatlere devam edenler var. Bu tabakada insan, ne evliyadır, ne eşkıya. Nefsin ayartıcılığı ve süsleyiciliğinden kaçamaz kısacası. Bu tabakadakilere “nefs-i müsevvile” denir. Allah-u Teâla bu türden kullarına da kapıları kapatmaz, “Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder” (Tövbe Suresi, 102. ayet) şerhini düşer. Burada da günahı peşin işleyip tövbeyi veresiye bırakmama emredilir. Zira ertelenen tövbe, kalbi daha da karartarak dördüncü tabakaya iter.
Dördüncü tabakaya, Hikmetin Kapısı olan Hz. Ali’nin veciz bir ifadesiyle değinmek isterim: “Günahların en büyüğü, küçümsenen günahtır.” Evet, bu tabaka, tekrar tövbeyi düşünmeden, yaptığına da üzülmeden günaha dönenlerdir. Ki bu kişiler, gaflet içinde arzu ve isteklerinin peşine düşer, günahta ısrar ederler. Ebu Cafer bin Sinan’ın “Bir kimsenin işlediği günaha tövbe etmemesi, o günahtan daha kötüdür.” tespiti de bu konuda değerlidir. Kalpleri körelen bu kulların nefisleri, artık emredici bir tavırla tahakküm eder. Bu sebeple bu tabakadaki nefse, “nefs-i emmare” denir. Böylelerinin affa nail olması, tevafuk eseri yolda hazine bulan kişinin hali gibi zor bir ihtimaldir. Ancak buna rağmen Allah-u Teâla’nın “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Nidasına mazhar olurlar. Ne büyüksün ya Rab!
Allah ve Resulü, tabiatı gereği günaha aşina olan kullarını tövbeye davet ve teşvik eder. Tövbelerimiz dahi tövbelere muhtaçken ve tövbeden hemen sonra dahi günah işleyecek denli kalbi köreltmişken yine de kapıları kapatmayan Rabbimize şükredilmez mi? “Allah’ım ben bana yakışanı yapamadım. Ancak Sen, Sana yakışanı yap ve beni affet.” diyen bir büyük ne güzel söylemiş!
Tövbe için zaman yoktur ancak tövbenin daha çok makbul olduğu, Rabbimizin bahşettiği gün ve geceler vardır. Bunlardan Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlı olması açısından değerlidir, istifade etmek gerekir. Seher vakti, Cuma günü, Berat Kandili gibi nice gün ve gecelerse duaların makbul olduğu özel vakitlerdir. Kollamak lazım. Kötü bir amel yapıldığında veyahut yapılan amelin kötü olduğu anlaşıldığında hemen tövbe etmek gerekir.
Niyet her şeyin başıdır. Halis niyet, tövbenin de ön şartıdır. Tövbe için vicdan öylesine bir pişmanlık duymalı ki, kalp Allah korkusuyla çatlayacak hale gelmelidir. Ancak bu kıvama gelen kalp için sadece niyet yetmez, azim ve kararlılıkla tövbenin hakkını yerine getirmek gerekir. Hz. Ali, bu hususlara şunları da ekler: Farzlar kaza edilmelidir. Eğer ki kul hakkı varsa, bunlara ek olarak hak da iade edilmeli ve helalleşilmelidir. Masiyetin tadıyla Allaha itaati bozulan nefsi, taatlerin acısını tattırarak yola getirmek, yani riyazet de gereklidir. Gönül safiyetini yakalamanın yolu olan tasavvufun kaynağı buradan gelir.
Kitapta dikkatimi çeken bir kaide vardı. Ebu Eyyub Meymun bin Mihran der ki: “Gizli işlenen günahın tövbesi gizli, aşikâr işlenen bir günahın tövbesi aşikâre olur.” Hakikaten gizli işlenen bir günahın tövbeyle dahi ifşası sakıncalıdır. Zira Allah günahı siler, tövbeyi kabul eder ancak kulların gözünde o artık mimlenir, itibardan yoksun kalır, kendi kendine eziyet eder. Aynı zamanda herkesin bildiği bir günahtan tövbe ettiğini gizliden tövbe etmekle yetinmemeli, insanlara bunu aşikâr etmeli. Zira yaptığı günahtan haberdar olur ama ettiği tövbeyi bilmez kullar. Bu sebeple günahın çeşidine göre tavır takınmak gerekir.
Allah kötü alışkanlığından dönen müminlerin tövbelerini kabul eder. Yeter ki ümitsizlik bataklığına düşülmesin. Zira Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümit kesmişlerdir. Hem tövbe edenler müminlerle beraberdir. Günahın bağışlandığıyla kalmayıp tövbenin kalitesine göre günahın iyiliğe çevrilebilme ihtimali de vardır. Tövbede sebat da çok önemlidir. İnsan eski günahlarına dönmemek adına gerekirse arkadaş çevresini, hatta muhitini bile değiştirebilmelidir. Bu, tövbenin sıhhatini artırır. Böylece kötülüğe iten hatıralar, alışkanlıklar, kötülükte yardımcı olan kimseler ve içtimai bağlar koparılmış olacak ve tövbede sebat kolaylaşacaktır. Böylelikle yeni ve tertemiz geleceğe daha emin adımlarla yürünecektir, biiznillah. Nihayetinde bu hali devam ettirenlerin kurtuluşa erenlerden olması umulur. Hem unutulmamalıdır ki günah çoksa da, Allah’tan başka sığınılacak yoktur. Zira en büyük günah olan şirk bile tövbe edildiğinde kabul ediliyorsa bu ümitsizlik niye?
Ancak şeytan, insanı Allah’ın rahmetiyle kandırırsa o ayrı. Hele hele tövbe, Firavun misal son ana erteletirse vay o insanın haline! Zira tövbe etmeyi erteleyen, o zulmü devam ettiren, müminlere eza edip tövbe etmeyene cehennem azabı vardır. Hem ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz? Öyleyse neden hayırlı işleri erteliyor, kötülüklere duyarsız kalıyoruz, bir düşünelim.
Hülasa bu kitap, özellikle günahların içine düşmüş insanlar için ümit verici bir kitap. Zira bu kitap, Rabbimizin merhamet eksenli hitabının da yansıması olarak tövbe edenlerin affolunacağına dair ümitvar yaklaşımın bir izdüşümüdür.
Rabbim satırlarımıza nakşettiğimiz bu hakikatleri, sadırlarımıza ve hayatımıza da sirayet ettirsin. İrade sahibi güzel kullar kılsın bizleri. Allah’ın rızasına erişen, o yolda ayakları sabitkadem; kalbi, emeli ve ameli temiz bir şekilde din-i Mübin-i İslam üzere kalanlardan eylesin bizi Rabbim!
Rabbim Kitaptan ayırmasın!
Selam ve dua ile…