Tövbe ya Rabbi hata râhına gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime!

İnsanoğlunun kaderinde değişmez bir hal vardır: Hata etmek. Atamız Hz. Âdem’in zellesinden itibaren Âdemoğlu hep hata etmiştir. Bazen bilmeden, bazen farkında ama kendine engel olmayarak, bazen de bile isteye yapmıştır bunu. Zira işin özünde Allah-u Teâla, insanın içine iyi ve kötü huyları ilham ettiğini Şems Suresi 8. Ayette belirtir. Fıtrat kodlarına yazılmış olan bu hakikat; teklif sırrının neticesinde, irade sahibi olan bizleri meleklerden de üstün bir makama yükseltebileceği gibi sefil bir konuma da düşürebilir. Çünkü meselenin kilit noktasında çok önemli bir değişken girer araya: Tövbe.

Şu kâinatta Sübhan olan Allah-u Teâla dışında hatadan vareste kimse yoktur. Allah-u Teâla’nın hatalarından dolayı sorumlu tuttuğu iki varlıksa insanlar ve cinlerdir. Zira Allah-u Teâla, onlara irade vermiştir. Cemadat, hayvanat ve melekût âlemi ise mesuliyetten uzaktır. Hataların kişiyi alçaltıcı ve yükseltici fonksiyonu, tövbe değişkeniyle birlikte hayat bulur. Örneğin secde emrine isyan eden (aslı cin olan) İblis de, yasak meyveden yiyen (aslı insan olan) Âdem de hata etmişti. Ancak tövbenin hikmetince hatasından dönme erdemini gösteren Âdem, Hz. Âdem Aleyhi selam olmuş; hatasından dönmeyip azgınlaşan İblis, Şeytan Aleyhillane olmuştur.

Peki, nedir tövbe? Tövbe niçin ve nasıl yapılmalıdır?  Kimler ne zaman tövbe etmelidir? Tövbenin şartları nedir? Tövbesi kabul edilenler ve edilmeyenler kimlerdir, tövbede süreklilik nasıl sağlanır? Bugünkü yazımızda bu konuları ele alacağız. Yararlanacağımız eser, Naşit Tutar’ın Tövbe adlı kitabı olacak. Rabbim istifade etmeyi nasip etsin!

Yazar, genel itibariyle tövbeyi konu edinen ayetlerden ve Resulullah’ın (SAV) hadislerinden istifade etmiş. İsmini bildiğimiz-bilmediğimiz değerli İslam âlimlerinin konuyla ilgili tespit ve vecizelerinden yararlanmayı da ihmal etmemiş. Her bir sorumuza üst başlıklarda değinmiş, daha ayrıntılı okumalar yapmak isteyenler için gerekli yönlendirmeleri yapmış, öz ve özet bilgilerle kitabı çokça uzatmadan nihayete erdirmiştir. Kitabın genel iklimi, af ve mağfiret ayı Ramazan’ın ruhuna da yakıştığını da eklemeliyim.

Kitap daha önce söylenmeyenleri söylemek iddiasında değildir. Gayesi de hata edip günaha yönelen kulların içinde yanan pişmanlık hislerine tercüman olmak ve tövbeye yönlendirmektir. Bunun için yazar, kitapta “her nasılsa affolunuruz”cu ertelemenin de, “artık çok geç”çi yaklaşımın da kişiyi hüsrana uğratan iki tuzak olduğunu hatırlatıyor. Müslümanca duruşun havf ve reca (korku ve ümit) arasında olması gerektiğini de belirtiyor.

Tövbe, kısaca hatadan dönmek, vazgeçmek, terk etmek anlamına gelir. Peki neyden? Allah ve Resulünün kötü saydığı iş, duygu, düşünce ve hareketlerden… Tövbe, sırf Allah rızası için yapılması gereken ve bu niyetle yapıldığı vakit kalbi kirlerden arındıran güzel bir ibadettir. İslam’da günah, asli itibariyle ferdidir ve insan, yaratılış itibariyle temizdir. Bu sebeple Hristiyanlık anlayışının aksine İslam, insanı doğuştan günahkâr görmez. Öte yandan Rabbimiz, Bakara Suresi 222. Ayetinde de belirttiği gibi tövbe eden ve temizlenen kullarını sever.

Tövbe genel itibariyle şirkten imana dönmek ve günahlardan af için yapılır. Burada ferdin tövbesi gibi toplumun da tövbesi önemsenir. Örneğin iyiliği emredip kötülükten alıkoymak da toplumsal bir tövbedir.

Tövbe edenin hali, midesine zarar veren bir yiyeceği daha sonra değil tatmak veya görmek, aklına getirdiği anda midesi bulanan ve bunu aklından atmaya çalışan birinin haline benzetilebilir. Kalbe, dile, göze, kulağa, ele, ayağa, ilâ nihâye nefse sirayet ettiği gibi hale, maziye ve dahi müstakbele yönelik olmalıdır tövbeler. Dile kolay, fiile zor tavsiyeler…

Tövbenin kula sağladığı faydalar şu şekilde sıralanabilir:

“Günahına tevbe eden, günah işlememiş kimse gibidir.” müjdesini her daim Cuma hutbesinde duyuran ve Celal’inden Cemal’ine, gazabından rahmetine sığınmamızı tövbe imkânıyla sağlayan Rabbimizin lütfu ne yücedir!

İnsanlar türlü türlüdür. Tövbe edenlerin hali de tabaka tabakadır. Bu konuda İmam Gazzali’nin tasnifine dayanarak şunları söyleyebiliriz:

Birinci tabakada tövbede istikamet üzere duranlar vardır ki bunlar, “nefs-i mutmaine” makamına ermişlerdir. Nefsinin tüm ayartmalarına ve günah yollarına set çekebilenlerdir bu ulvi tabakadakiler. Bu övülmüş tabakada olmayı arzuhal ederiz.

İkinci tabakada ise büyük günahları bıraktığı halde günaha ilgisi tam kesilmeyen kullar var. Böylesi bir halde nefis, işlediği günahlardan ötürü kişiyi kınadığı için “nefs-i levvame” makamındadır. Kalbini ve vicdanını öldürmeyen, tövbe ile kendini temizleyen çoğu Müslüman bu tabakadadır. Yeterli olmasa da değerlidir. Çirkin iş yapsa dahi hemen Rabbine dönen bu kulları, Allah Necm Suresi 32. ayette över. “Sizin en hayırlınız, cehaletle kötülük işlediği vakit hemen tövbe edendir.” buyruğuyla Resulullah (SAV) da över. Burada cehalete dikkat etmek gerek. Zira Nisa Suresi 17. Ayette de belirtilen bu durum bilgisizlik değil, nefsin tahrikleri ve kabaran şehvetin aklı esir alması ve bu tahrikin tesiriyle hareket etmektir. Nice insan bu cenderenin içinde bocalayıp durur çünkü. Bu insanların ümitsizliğe kapılması, haşa bir yerden sonra “Benden adam olmaz!”  kanısının hâsıl olmasına sebebiyet verir. Aman dikkat!

Üçüncü tabakada bir yanda kuvvetli arzusuna söz geçiremeyip öte tarafta tövbe ve taatlere devam edenler var. Bu tabakada insan, ne evliyadır, ne eşkıya. Nefsin ayartıcılığı ve süsleyiciliğinden kaçamaz kısacası. Bu tabakadakilere “nefs-i müsevvile” denir. Allah-u Teâla bu türden kullarına da kapıları kapatmaz, “Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder” (Tövbe Suresi, 102. ayet) şerhini düşer. Burada da günahı peşin işleyip tövbeyi veresiye bırakmama emredilir. Zira ertelenen tövbe, kalbi daha da karartarak dördüncü tabakaya iter.

Dördüncü tabakaya, Hikmetin Kapısı olan Hz. Ali’nin veciz bir ifadesiyle değinmek isterim: “Günahların en büyüğü, küçümsenen günahtır.” Evet, bu tabaka, tekrar tövbeyi düşünmeden, yaptığına da üzülmeden günaha dönenlerdir. Ki bu kişiler, gaflet içinde arzu ve isteklerinin peşine düşer, günahta ısrar ederler. Ebu Cafer bin Sinan’ın “Bir kimsenin işlediği günaha tövbe etmemesi, o günahtan daha kötüdür.” tespiti de bu konuda değerlidir. Kalpleri körelen bu kulların nefisleri, artık emredici bir tavırla tahakküm eder. Bu sebeple bu tabakadaki nefse, “nefs-i emmare” denir. Böylelerinin affa nail olması, tevafuk eseri yolda hazine bulan kişinin hali gibi zor bir ihtimaldir. Ancak buna rağmen Allah-u Teâla’nın  “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Nidasına mazhar olurlar. Ne büyüksün ya Rab!

Allah ve Resulü, tabiatı gereği günaha aşina olan kullarını tövbeye davet ve teşvik eder. Tövbelerimiz dahi tövbelere muhtaçken ve tövbeden hemen sonra dahi günah işleyecek denli kalbi köreltmişken yine de kapıları kapatmayan Rabbimize şükredilmez mi? “Allah’ım ben bana yakışanı yapamadım. Ancak Sen, Sana yakışanı yap ve beni affet.” diyen bir büyük ne güzel söylemiş!

Tövbe için zaman yoktur ancak tövbenin daha çok makbul olduğu, Rabbimizin bahşettiği gün ve geceler vardır. Bunlardan Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlı olması açısından değerlidir, istifade etmek gerekir. Seher vakti, Cuma günü, Berat Kandili gibi nice gün ve gecelerse duaların makbul olduğu özel vakitlerdir. Kollamak lazım. Kötü bir amel yapıldığında veyahut yapılan amelin kötü olduğu anlaşıldığında hemen tövbe etmek gerekir.

Niyet her şeyin başıdır. Halis niyet, tövbenin de ön şartıdır. Tövbe için vicdan öylesine bir pişmanlık duymalı ki, kalp Allah korkusuyla çatlayacak hale gelmelidir. Ancak bu kıvama gelen kalp için sadece niyet yetmez, azim ve kararlılıkla tövbenin hakkını yerine getirmek gerekir. Hz. Ali, bu hususlara şunları da ekler: Farzlar kaza edilmelidir. Eğer ki kul hakkı varsa, bunlara ek olarak hak da iade edilmeli ve helalleşilmelidir. Masiyetin tadıyla Allaha itaati bozulan nefsi, taatlerin acısını tattırarak yola getirmek, yani riyazet de gereklidir. Gönül safiyetini yakalamanın yolu olan tasavvufun kaynağı buradan gelir.

Kitapta dikkatimi çeken bir kaide vardı. Ebu Eyyub Meymun bin Mihran der ki: “Gizli işlenen günahın tövbesi gizli, aşikâr işlenen bir günahın tövbesi aşikâre olur.” Hakikaten gizli işlenen bir günahın tövbeyle dahi ifşası sakıncalıdır. Zira Allah günahı siler, tövbeyi kabul eder ancak kulların gözünde o artık mimlenir, itibardan yoksun kalır, kendi kendine eziyet eder. Aynı zamanda herkesin bildiği bir günahtan tövbe ettiğini gizliden tövbe etmekle yetinmemeli, insanlara bunu aşikâr etmeli. Zira yaptığı günahtan haberdar olur ama ettiği tövbeyi bilmez kullar. Bu sebeple günahın çeşidine göre tavır takınmak gerekir.

Allah kötü alışkanlığından dönen müminlerin tövbelerini kabul eder. Yeter ki ümitsizlik bataklığına düşülmesin. Zira Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümit kesmişlerdir. Hem tövbe edenler müminlerle beraberdir. Günahın bağışlandığıyla kalmayıp tövbenin kalitesine göre günahın iyiliğe çevrilebilme ihtimali de vardır. Tövbede sebat da çok önemlidir. İnsan eski günahlarına dönmemek adına gerekirse arkadaş çevresini, hatta muhitini bile değiştirebilmelidir. Bu, tövbenin sıhhatini artırır. Böylece kötülüğe iten hatıralar, alışkanlıklar, kötülükte yardımcı olan kimseler ve içtimai bağlar koparılmış olacak ve tövbede sebat kolaylaşacaktır. Böylelikle yeni ve tertemiz geleceğe daha emin adımlarla yürünecektir, biiznillah. Nihayetinde bu hali devam ettirenlerin kurtuluşa erenlerden olması umulur. Hem unutulmamalıdır ki günah çoksa da, Allah’tan başka sığınılacak yoktur. Zira en büyük günah olan şirk bile tövbe edildiğinde kabul ediliyorsa bu ümitsizlik niye?

Ancak şeytan, insanı Allah’ın rahmetiyle kandırırsa o ayrı. Hele hele tövbe, Firavun misal son ana erteletirse vay o insanın haline! Zira tövbe etmeyi erteleyen, o zulmü devam ettiren, müminlere eza edip tövbe etmeyene cehennem azabı vardır. Hem ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz? Öyleyse neden hayırlı işleri erteliyor, kötülüklere duyarsız kalıyoruz, bir düşünelim.

Hülasa bu kitap, özellikle günahların içine düşmüş insanlar için ümit verici bir kitap. Zira bu kitap, Rabbimizin merhamet eksenli hitabının da yansıması olarak tövbe edenlerin affolunacağına dair ümitvar yaklaşımın bir izdüşümüdür.

Rabbim satırlarımıza nakşettiğimiz bu hakikatleri, sadırlarımıza ve hayatımıza da sirayet ettirsin. İrade sahibi güzel kullar kılsın bizleri. Allah’ın rızasına erişen, o yolda ayakları sabitkadem; kalbi, emeli ve ameli temiz bir şekilde din-i Mübin-i İslam üzere kalanlardan eylesin bizi Rabbim!

Rabbim Kitaptan ayırmasın!

Selam ve dua ile…

Abdullah AYYILDIZ