“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (Bakara, 155)

Bismillahirrahmanirrahim.

İmtihanlarla yoğrulmuştur insanın hamuru. Ve aslında varoluş sebebidir de imtihanlar. Bazen kendini külfet ve eziyet, hatta bela ve musibetle gösterir, bazen de rahatlığın en görünen yerinde saklar kendini. Bazen verilene şükrü ister, bazen de alınana sabrı. Hatta “kahrın da hoş, lütfun da…” sırrına vakıf olan nice erenler, musibet anında dahi şükür libasını üstlerinden atmazlar. Zira değil O’nu (c.c.) şikâyet etmek, şikâyet edilecekleri O’na şikâyet etmeyi bile zul sayarlar, her şeyin O’ndan (c.c.) geldiğinin künhüne vakıf olanlar.

6 Şubat saat 4.17’de başlayan ve etkisi çok uzun zaman sürecek olan imtihanların en şiddetlisinden biriyle, depremle sarsıldık. Depremin şiddeti, sadece depremi yaşayanları değil bizleri de enkaz altında bıraktı. Rabbim başta musibetten etkilenen kardeşlerimize ve ailelerine, bilahare bizlere sabır ve metanet versin.

Yazımızın başında yer alan ve taziyelerde, bela ve musibetlerde dilimizden eksik etmediğimiz bu ibtila ayetinin tümünü içine alan bir depremle karşılaştık.  Zira deprem, malların ve canların yok olduğu, kalanların içine güvensizlik ve korkunun yayıldığı, kazanımların bir anda yok olduğu, açlık, susuzluk ve bulaşıcı hastalık gibi nice felaketleri de içine alan çok yönlü bir afettir. Bununla birlikte işin iç yüzünde imtihan sırrı ıskalandığında kişinin hem dünyasını hem de ahiretini tehlikeye sokan ikinci bir afettir.

İnsanın imtihanı sürerken belli başlı belalarla karşılaşması muhtemel ve meçhul bir gerçekliktir. Böylesi bir durumu yaşadığında takınması gereken tutumu, edinmesi gereken değer ve davranışları bilmesi, kişi için hayati öneme sahiptir. Zira depremin yaşandığından itibaren insanların tartıştığı konulara şöyle bir göz attığımızda kader, ihmal, hırsızlık, tedbir, sorumluluk, tevekkül, isyan gibi meselelerin zihinlerde tam oturmadığına şahitlik etmekteyiz. Bunda, meselenin bir yönüne odaklanırken öbür yanını ıskalayan, birbirini tamamlayan her parçadan birini gerçeğin ta kendisi gibi sunan ve diğerini inkâr eden âlim ve bilim insanlarının payı da yok değil maalesef.

Böylesi bir durumda bela ve musibetleri nasıl okumamız ve nasıl davranmamız gerektiği ile ilgili birçok âlimden çok istifade ediyoruz. İşte istifade ettiğimiz perspektifler.

Depremin bir kader olduğu bilinmeli, her şeyin levh-i mahfuzda yazıldığı bilinmeli,  ancak insanın sorumluluğunun felakette pay sahibi olduğu unutulmamalıdır. Tedbir sorumluluğu ve takdir hikmetleri beraberce anlaşılmalı. Fizik kurallarını ihmal etmemeli ancak metafizik kuralları da gözden kaçırmamalı. Sebepler dairesinde birçok yasanın olduğunu bilmeli ancak bazı şeylerin sebepler üstü bir nazarla bakılması gerektiğini de unutmamalıyız. Meselenin maddi boyutu ile ilgilenmeli ancak manevi boyutunu, hikmetini es geçmemeliyiz.

Başa gelen musibetler günahlardan dolayı mı? Burada günah denildiği vakit genellikle bireysel günahlardan bahsedilse de toplumsal günahların da etkisi daha fazladır. Özellikle daha fazla kazanma tutkusundan mütevellit kul hakkını barındıran usulsüzlükler, haksızlıklar, zararı bize dokunmadığı müddetçe zulme ses çıkarmamalar, çıkarılan sesleri bastırmalar gibi birçok etken sayılabilir.

Öte yandan kardeşlerimizin hem maddi, hem de manevi yaralarını sarmak gerektiğini hatırlatmalıyız. Hayırların az da olsa devamlı olması gerektiğinin altını çizmeliyiz. Kardeşlerimizi gündemimizden düşürmemeliyiz. Kayıpların verdiği mahzunluğu doğal karşılamalı, kardeşlerimize yuva olmalıyız. Her ne kadar necis istisnalar olsa da necip bir milletimiz olduğunu unutmamalıyız.

Üç ayeti dilimizde ve kalbimizde vird etmeliyiz.

“İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” ile Rabbimize ait olduğumuzu ve nihayetinde Ona döneceğimizi…

“La havle wela kuwwete illa billah” ile olan ve olacak olan her şeyin Allah’ın izni ve iradesiyle olacağını, gücün ve kuvvetin yegâne sahibinin Allah olduğunu

“Hasbunallahu ve nimel wekil” ile musibetlere karşı o güç ve kudret sahibine sığınmak gerektiğini unutmamalıyız.

Asıl konumuza dönecek olursak…

Bizim sizlere bugün tanıtacağımız kitap, Sıddık Erdem’in İmtihan Süzgecinde Bela Taşları eseri olacak.  2010’da yazılmış olmasına rağmen hakikaten taptaze bir kitap gibi geldi bana. Bunda konuların tasnifi ve uygun ayet ve hadisleri doğru yere konumlandırılmasının da etkisi olmuştur. Dilerseniz bu yazımızda kitabın başlıkları, diğer yazımızda içeriği hakkında konuşmaya çalışalım.

Yazar başlangıçta yaratılış ve imtihandan, iradenin imtihana etkisinden, ilk imtihan, tövbe ve beladan bahsettikten sonra en büyük gayemiz olan kulluğa dair tanımlarda bulunuyor. Bela ve musibetleri genel anlamda mahiyetleri, hikmetleri, etkileri ve korunma yolları bakımından ele alıyor.

Kâinatta yaşanan her şeyin olduğu gibi bela ve musibetlerin de ilahi takdir ile meydana geldiğini belirten yazar, musibetin şiddetine, akıl ve dine bakan yönlerine değiniyor. Belaların oluşumu ve umumileşmesinde zalim ve mazlumun pozisyonlarına değiniyor. Öte yandan müminlerin belalarla imtihanının aslında dünyaya bakış açısından geçtiğinin altını çiziyor.

Dünyanın mükâfat yeri olmadığını ve dünya sevgisinin en büyük belalardan biri olduğunu bildiriyor. Meselelerde kaderin adaletine de değinen yazar, ilahi adaletin yerini bulma şekillerini açıklıyor. Belaların nimetin kıymetini öğreten, ilahi dergâha yönelten bir hayır kaynağı olduğunu belirtiyor. İbret almasını bilenler için belaların günahlara kefaret olduğu, gafletten uyandırdığı, kişinin zahiri ve batıni melekelerini güçlendirdiği, derecelerini yükselttiği müjdelerini veriyor. Ama belaların bazen insanın sorumsuzluğunun cezası olarak geldiğini de ekliyor.

Müminleri bekleyen zorlukların zaman değişse de sadece form değiştirdiğine, aslının ise benzerlik taşıdığına dikkat çekiyor. Musibetin uzunluğu ve şiddeti karşısında ölüm isteği ve isyana değinen yazar, şikâyetlenmenin hem hakkımız olmadığını hem de verilen nimetlere nankörlüğü de celp ettiği için kişinin Rabbine şükretmesi gerektiğini belirtiyor.  İki âlemde de kurtuluşun şifresi olan sabır ve takvanın boyutlarına değinip tedbir-tevekkül dengesinin korunması gerektiğini belirten yazar, ruhsat ve azimet arasındaki seçimin, kişinin kalitesini belirlediğini de ekliyor.

Belaların günahlar neticesinde olabileceğini belirten yazar, belalardan korunmak adına şu önerilerde bulunuyor: Tövbeye sarılmak, zikir ve şükrü ikame etmek, dua-yakarış kalkanını ısrarla edinmek, sadakalarla belaları savmak, aciz ve yaşlılara, musibetzedelere muavenet ve merhameti kuşanmak.

Rabbim bizleri belaların farkına varan… İster yaşansın, ister şahitlik edilsin belaların tümüne ibret nazarıyla bakabilen… Bela başa geldiğinde satırlara akseden o dersleri sadırlarına işleyen… Tedbir-takdir dengesini yitirmeyen… Tövbeye, duaya, infaka sarılan… Her şerde saklı hayrı görerek ümidini yitirmeyen… Cefanın ardındaki sefayı görüp kaybettiklerine karşı sabırla kuşandığı kalbini müsterih tutan… “Elhamdülillah ala külli hal, siwel küfri wed-dalal” (Küfür ve dalalet dışındaki her halimiz için Allah’a hamdolsun!) diyen kullarından eylesin.

Rabbim bizleri Ramazan’a eriştirsin. Cümlemizi muhafaza etsin!

Selam ve dua ile…