(Ateşten kurtulan Hz. İbrahim) Dedi ki: “Ben Rabbime gidiyorum. O beni (hidayete ve hedefime) ulaştıracaktır.” (Saffat Suresi, 99. Ayet)
Samimiyetle karılan, ihlasla adımlanan yollar vardır. Menzil belli değil, iz belli değildir. Ama içinde bulunulan halin hal olmadığı anlaşılmışsa ve arayış ilham edilmişse kalbe, bu itici gücün, sahibini bir Selman, bir Süheyb, bir Ebuzer (Radiyallahuanhum) kılması işten bile değildir. Zira Hakk’ın hakikatine varmanın en önemli aşamasıdır, batılı görüp ictinab etmek. İbrahim’ce (A.S.) bir duruştur, sonrasında gelen. Ve sıyrılış ve arayıştır, hikmetin izince. “La!” demişse içindeki ve çevresindeki putlara, berî etmişse kendini kavminin dalaletinden; bir çıkar yol gösterir ona, el Hâdî olan Allah-u Teala, hiç görülmeyen bir sebepten.
Geçen yazımızda böylesi bir yolculuğa çıkan Muhammed Esed’den ve bu yolculuğunu kaleme aldığı Mekke’ye Giden Yol eserinden bahsetmiştik. Dilerseniz eserden gönlümüze esenleri aktarmaya devam edelim.
Esed ya da ihtidadan önceki adıyla Leopold Weiss’in kültürel birikimi hakkında geçen yazımızda önemli bilgiler vermiştik. Seyahatlerinde yoksul ama iman dolu kalbiyle Necid çöllerindeki o bedevilerde, Hindikuş dağlarındaki Afganlarda, Şam’ın dostane meclislerinde, İstanbul’un kendi alemine çeken muhteşem ambiyansında, hülasa bilad-ı İslam’da bulduğu teslimiyetin tezahürlerini bulamadığı ve bulamadığı için tabiri caizse kaçtığı Avrupa toplumunun karakteristik yapısını da görmek gerekir diye düşünüyorum. Avrupa toplumundaki yerleşik töreler dizgesinde ve cinsler arası iffet ve saygı sınırlarındaki çözülmenin toplumu başıboşluğa ittiğini ta XIX. yüzyılın başında görebilmişti. Onun şu tespiti, Avrupa toplumlarındaki çözülmenin, bozulmanın asıl kaynağıyla ilgili zannedilenin aksini söylese de kanaatimce hakikati belirttiğinden dolayı çok önemlidir:
“Bütün bu olup bitenler, tutuculuğa karşı iplerini koparan bir başkaldırı olmaktan çok; belirli moral değerlerin ebedi ve kuşku götürmez sayıldığı ortamdan, her şeyin kuşku götürür olduğu bir toplumsal çalkantılar ortamına hızlı geçişin bir gelgit haliydi.”
İşte bu gelgit halinden kurtuluş çabalarının yaşandığı andadır gördüğü rüya. Zamandan ve mekandan azade bir atmosferde, daha sonra münadisinin Hz. Peygamber (SAV) olduğunu öğreneceğimiz tasvir edilemez bir nida karşılar bizi: “Burası Batı’nın en uç şehri!” Geçip giden bir rüya sanrısına kapılsa da daha sonra ihtidasına vesile olan ve onu yola süren bir nida…
Arayışın meşgaleyle birlikte yol aldığı bu yolculukta birçok yer gezer, birçok insan dünyasına şahit olur ve birçok yaşama dokunur Weiss. O gezilerden birinde el Ezher Şeyhi Mustafa el Merağî ile tanışıp konuşur. Arapça ve İslam hakkında bilgi ve donanım elde eder. Bir konuşmasında Müslüman kadının neden Hristiyan bir erkekle evlenemeyeceğine dair temellendirmesine hayran kalır. Zira erkek evin reisidir ve bir tartışma sırasında erkek, Peygamberimize (SAV) sövebilir ve bundan dolayı kadın incinir. Ancak aksi söz konusu dahi olamaz, çünkü biz Hz. İsa’yı da peygamberlerimizden biri olarak kabul ediyoruz ve ona sövülemez. Evet, bu ince ayrıntı, onun bu mücmel din olan İslam’a karşı saygısını ve ilgisini artırır ve araştırmalarını derinleştirmesine vesile olur. Öyle ki İslam konusunda Müslümanlarla tartışacak düzeyde İslam hakkında bilgi sahibi olur. Hatta Moskova’ya kadar varan doğu gezilerinden birinde, Afganistan’da yaşadığı anı, bu yönden onun için kırılma noktasıdır diyebiliriz. Hindikuş dağlarında Müslümanların İslam’ın hakkını verme hususundaki ateşli, içten ve nokta atışı tespit ve eleştirilerine şahit olan bir Afgan, ona “Fakat bayım sen bir Müslümansın, ama farkında değilsin.” diye itiraz eder. Evet, Necid çöllerinde gördüğü bedevilerden tutun bilad-ı İslam’ın her noktasında varlığına tüm hücreleriyle şahitlik ettiği o İslam ruhunu içselleştirdiğinin farkına varmıştı o anda. Zira bâtılı içinden atmaya azmeden bir kalbin, içine Hakk’ın sızıntısının dolması en doğal durumdur. Ancak ilginçtir, orada İslam’a girmez Weiss. Bir sızıntının tüm hücreleri kaplayacağı o âna daha vardır zira.
İşaret şimşeği, Avrupa’ya geri dönüşünde çakar. İçinde bulunduğu arayış ve hidayet halinin dışına taşmasına vesile olacak olay ise Berlin metrosunda yaşanır. Eşiyle birlikte lüks sayılabilecek kompartımanda seyahat ederken bir şey dikkatini çeker. Şık giyimli, zengin olan bu insanları gözlemler ve gördüğü yüzlerin istisnasız hepsinin derin ve gizli bir acıyla kasılı olduğunun hayretine kapılır. Bir portre ressamı olan eşine bunu paylaştığında, eşi şu tespitte bulunur: "Bir cehennem azabı çekiyorlar sanki... Acaba kendileri bunun farkındalar mı?" farkında olmadığının bilincindeydi Esed. Zira bunca ekonomik refaha, bunca teknolojiye, bunca uygarlığa rağmen Batı insanının bulamadığı bu sükûnetin ve içinde yaşadığı bu ızdırabın temelinde; hayat standartlarını yükseltmek ve başkalarının üzerinde tahakküm kurma gayesiyle insanların gerçeksiz, inançsız ve fasılasızca refah peşinde koştukları kanaatine varır o da. Eve gelip de okuma çalışmalarını sürdürdüğü Kur’an-ı Kerim nüshasını kapatmaya doğru giderken gözüne Tekasür Suresi takılır ve metroda gördüğü tablonun muhteşem bir yankısını orada görür. 13 asır öncesinden vahyedilmesine rağmen açıklığından, vüsatinden hiçbir şey kaybetmeden, fezalarda cirit atan mekanize modern buhranları haber veren ve bütün şüpheleri bir cümlede gideren bu kitap, ancak ve ancak Allah kitabı olabilirdi.
Bu şok halinin sıcaklığıyla bulunduğu yerdeki bir İslam cemiyetine gidip İslam’a girer. Ve hayatına bundan sonra Muhammed Esed olarak devam eder. Ancak asıl maceralar şimdi başlar. Eşiyle yaptıkları Mekke’deki hac ziyaretinde taşıdığı ruhu, ümmet bilincini, lebbeyk nidalarını, halka halka, dalga dalga kardeşliği, teslimiyeti ve daha birçok duyguyu, kitabın sonunda tüm coşkunluğuyla anlatır. Görenlerin benzerini tecrübe ettikleri, bizim gibi daha muttasıl olamayanların hayallerini süsleyen bu atmosfer, daha derin nasıl anlatılır bilemiyorum.
Nasip olursa gelecek yazımızda Muhammed Esed’in hidayetten sonraki yaşamı, izlenimleri ve bağlantılarıyla ilgili kitaptan aklımızda kalan bilgilerin esintilerine başvuracağız.
Rabbim kitaptan ayırmasın!
Selam ve dua ile…
Abdullah AYYILDIZ