Abdullah AYYILDIZ
(2. Bölüm)
Bismillahirrahmanirrahim
Uhdesinde Müslümanların vahdetini, Kudüs’ün fethini, İslam’ın diriltici soluğunu, Peygamber (SAV) sevdası ile karan bir yiğitten bahsediyorduk geçen yazımızda. Selahaddin’den… Peygamber efendimizden sonra Batı’da en çok ismi geçen Müslümandır zira. Başta Ali Emre’nin “Şark’ın Kartalı Selahaddin” kitabından olmak üzere birçok kaynaktan istifade ederek esinlendiklerimizi aktaracağız inşallah.
Kudüs’ü fethedecek ruhun abid bir şahsiyetle olacağının bilincine varan Selahaddin, özellikle farz namazların cemaatle ikamesine çok önem vermiş, kalplerin peygamber aşkıyla dolup taşması adına mevlitler düzenlemiştir. Mısır’a sultan olmuş, Nureddin’in Kudüs hayalini bir gerçeğe dönüştürmek adına kendinde sonradan fark ettiği o donanımın hakkını vermeye azmetmiştir. Rabbi de ona, Kudüs’ün tekrardan Müslümanların eline geçmesi ve elde tutulması adına büyük bir donanım, dinmez bir şecaat, müthiş bir feraset, sayısı az da olsa aynı mefkureyi içinde taşıyan “bunyanun mersus” misal bir ordu vermişti. Gün gelecek yapayalnız kalacak, öleyazacak bir hale gelecek, en gözdelerini kaybedecek, ama Selahaddin’i terk etmeyecek bir ordu…
Kilit noktaları çoğunluğu gönül fethi ile birbirine eklemlenen bu müberra ordunun Kudüs’e yürüyüşünün işaret fişeği, Haçlılardan Renould de Chatillon’un tacizleri olmuştu. Bu azgın haydut, zamanında Nureddin tarafından uzun yıllar esir edilmişti. Nureddin’in vefatından sonra hükmü eline alan vali Gümüştekin’in onu salıvermesiyle başladı her şey. Esaretten kurtuluşun verdiği intikam hissiyle birlikte aç bir kurdun koyun sürüsüne dalması gibi Mısır’dan başlayıp ta Mekke-Medine’ye, Peygamber diyarına kadar eşsiz zulümler icra etti. Hatta iş öyle bir raddeye geldi ki Resulullah’ın (SAV) mezarını papalığa götürmeye niyetlenecek denli pervasızlaştı. Bunu duyan Selahaddin, hem bu zulmün intikamını almak, hem de kalelerinden çıkaramadığı Haçlıları meydana çekmek için intikam yemini etti. Yazar, bu tabloyu öylesine canlı anlatır ki, Selahaddin’in yerinde siz olsanız, siz de intikam yeminleri ederdiniz.
Kudüs Kralı Guy de Lusignan’ın azgın haydut Reynald’ı himayesi, Trablus kontu Raymond’un Taberiye anlaşmasını çiğnemesi, Selahaddin’i topyekûn bir savaşa hazırladı. Peki nasıl bir orduyla?
Halep, Amed, Hakkâri ve Musul gibi merkezler mücahit kaynağıydı. Ve Selahaddin, böylesi bir membadan Kudüs’ü fethedecek bir ordu kurmak için mezhep, meşrep ve taht kavgalarından münezzeh bir ümmet ordusu inşa etti. Yani sadece askeri anlamda değil, fikrî ve ruhî anlamda sarsılmaz ve donanımlı bir ordu… Bunda Nureddin’in kurduğu sistemi iyi kullanmasının da payı vardır. Ve ilginçtir bu topluluk, zaman gelecek Moğolları durduran Memlüklerin nüvesini oluşturacak ve yine aynı ordu, Osmanlı’nın ilmiye sınıfının beyin takımını oluşturarak ta Viyana kapılarına varmalarına vesile olacaktır.
Hıttin Savaşı, o zamanın Bedir’i olarak görülse abartılmış olmaz diye düşünüyorum. Zira tüm gücüyle saldıran Haçlılara karşı bir avuç Müslüman, ilk kıblemiz, üçüncü mukaddes mekan Kudüs’ün fethi için bir varlık-yokluk mücadelesi vermişti. Mehmet Akif’in deyişiyle son ehl-i salibin salvetini kırmak ve o dişlilerin arasında ezilerek Müslüman ruhun yok olması arasında olmak-ölmek cenderesindedir Müslümanlar. Bir umut mu olacaklar bunca zillet içinde debelenen ümmete, yoksa bir Don Kişotvâri muamele mi görecekler? “Bu derece sürüncemeli ve sonu baştan belli bir maceraya dalmaya, insanları telef etmeye değer miydi?” diyenlere inat yapacak bunu Selahaddin. Bunu söyleyenlerin başında zamanın halifesi olduğunu da eklemekte fayda var. Zira bir bakıma mantıki açıdan haklılık payı da vardır halifenin. Yenilginin mukadder göründüğü bu savaşta olmaz ya (!) zafer kazanılırsa tüm Haçlıların okları üzerimize çekilecek ve birinci ve ikincisinden daha çetin bir seferle karşı karşıya gelecekti İslam alemi. Öte yandan Selahaddin’in yükselişi, sönmek üzere olan imajını da sarsacağından Hıttin’e diğer beyliklerden asker gönderilmesine de sıcak bakmaz halife.
Oysa cesaretiyle yaşamayanların anlayacağı bir mesele değildi bu. Surda açılacak mukaddes bir gedikti zira Kudüs. Şimdi de öyle… Teknik ve tevekkülün birleşimi olan sabırlı çarpışmanın her bir deminde yürekleri ağızlara getiren öylesine manzaralar sunar ki yazar, meydanda savaşan bir er olarak görürsünüz kendinizi. Özellikle Muzaffereddin Gökbörü’nün cehd-u gayreti karşısında hayretiniz hayranlığa dönüşür.
Neticede Hıttin kazanılmış, büyük Haçlı ordusunun büyük komutanları, karşısında durmuştur Selahaddin’in. Kudüs Kralı Guy, onun affına mazhar olurken, aynı hakkı Renauld’a vermez. Ve normalde sultanlar cellat olmazken, Müslümanların canına kıyan o soysuzu, ettiği yemine binaen kendi elleriyle öldürür Selahaddin. Burada merhameti ve adaleti ayakta tutuşunu görürüz. Savaştan sonra durmaz Selahaddin. Ve tam 52 belde az zamanda fethedilir. Sıra Kudüs’e gelir.
Haçlılar Kudüs’ü istila ederken deyim yerindeyse taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmamışlardı. Atların dizlerine varan bir kan deryasından bahseder Hristiyan tarihçiler. Selahaddin’in üzerlerine geldiği gören Haçlılar, önce savaşır ancak işin zora girdiğini görünce içerideki Müslümanları öldürmekle tehdit edince, Müslümanların selameti ve Kudüs’ün Ömerce (r.a) fethi için orta yol bulunur. Ve 20 Eylül’de başlayan kuşatma, 2 Ekim’de biter ve Kudüs’ün 88 yıllık Müslüman hasreti son bulur.
O gün Nureddin’in minberiyle taçlanmış ve Amedli kadınların gül suyuyla pir ü pak olmuş Kudüs’ü görürüz. Selahaddin’in yüzünde sakındığı tebessümü de görürüz, ahdinin nişanesi olan siyah sarığı başından indirdiğini de… Gönlü Kudüs aşkıyla yanıp kavrulan o yaslı sinenin kana kana su içişini de…
Dileyenlerin Kudüs’te kalabileceğini, dileyenlerin cüzi bir fidye ile geçişine engel olmayacağını bildirir. Fidyeyi ödeyemeyenlerin papazlardan yardım istemesi, papazların umarsızca davranışı; kardeşi Melik Adil’in ve nihayetinde Selahaddin’in rikkatine dokunur ve kendi haklarından feragat ederek o insanların fidyelerinin ödenmesine, binek ve yiyecekle yolcu etmelerine vesile olur. Ve bu merhametli tutum, onun Batı’da Hz. Muhammed’den (SAV) sonra en çok tanınan ikinci şahsiyet olmasına vesile olur. “Merhametten Yapılma Adam” vasfıyla… Emirler bu kararın dahi fazla merhametli bir karar olduğunu düşünüp itiraz ederlerken, birçok tarihçinin de hak verdiği asıl itirazlar, Kudüs’ün önde gelenlerinin salıverilmeleri sebebiyle yaşanır. Zira Kudüs kılıç hakkıyla alınmıştır ve savaşan bu adamların ahde vefa gibi bir hasletleri olmadığının, Selahaddin de farkındadır.
Özellikle esirlere muamele konusunu okurken yazarın biraz mübalağa yaptığını sanmış ancak bunun tümüyle hakikat olduğunu görünce yazar ve emirlerle birlikte ben de itiraz bayrağını çekmiştim. Oysa Selahaddin’in niyeti çokça mantıklı bir sebebe dayanıyordu. Onları salıvererek aralarında ihtilafların çıkmasını sağlayacak ve Haçlıların elindeki diğer toprakları da uhulet ve suhuletle alacaktı. Ancak Müslüman coğrafyada halifenin ve dahi diğer beyliklerin görmezden geldiği, küçük gördüğü bu zafer; Katolik dünyada büyük depremlere sebep olacaktı. İki papanın Kudüs’ün kaybıyla kahırlarından öldüğü haberi bir şok dalgası yaratacak ve dalga dalga yayılan bir tepkiselliğin dışavurumu olarak Kudüs’ü geri almak için III. Haçlı seferleri başlayacaktı.
Evet, herkesin Kudüs’ün fethine odaklanırken kimsenin pek dikkat kesilmediği noktaya geliyoruz. Ve soruyoruz: Kudüs’ü almak mı daha zor, muhafızı olmak mı?
Nasip olursa gelecek yazımızda III. Haçlı seferinde yaşananlar ve Selahaddin’in örnek yaşantısı üzerine muhabbet etmeye çalışacağız. Rabbim kitaptan ayırmasın.
Selam ve dua ile…