Eyne Selahaddin! (Nerede Selahaddin?)
2021 yılının mayıs ayında Siyonistlerin yoğun işgali altındaki Kudüs minarelerinden yankılanan bir nidaydı bu. Ve büyük bir ses getirmişti İslam coğrafyasında. Çünkü hafızası sağlam ve kalbi Kudüs için atan yürekler, Selahaddin gibi bir yiğidin arayışını canlı tutuyordu.
Peki kimdi Selahaddin? Neden Kudüs deyince akla ilk gelen isim o olur? Aradan 800 küsur yıl geçmesine rağmen neden bir başkası değil de Selahaddin’dir aranan? Kudüs’ün özgürlüğüne giden yolda edindiği donanım, yaşadığı tecrübe, taşıdığı misyon, yüklendiği vizyon neydi? Ve çeşitlendirelim soruları… Kudüs’ü fethetmeye onu azmettiren şey neydi? Fethe giden yolda neler yaşadı? Nasıl bir orduyla Kudüs’ü fethetti? Fetih mi daha zordu, yoksa Kudüs’ü elde tutmak mı? Fetihten sonraki tutumunun müspet ve menfi yönden İslam alemine ve Hristiyan dünyaya etkisi ne oldu?
Bu soruların cevabını bulmak adına Ali Emre’nin “Selahaddin Şark’ın Kartalı” eserini elime aldım. Yazar, daha önce Nureddin Zengi hakkında olabildiğince az kaynağa rağmen roman ödülü aldıracak denli ustalıklı bir anlatımla yazdığı bir eserden sonra Selahaddin’i ele almaya çalışmış. Zira Selahaddin hem doğulu, hem batılı kaynaklarda nesebinden Zengilerle olan münasebetine, haçlılarla mücadelesinden Kudüs misyonuna değin hakkında o denli çarpık ve birbirine zıt bilgilere yer verilen bir şahsiyetti.
Bu sebeple ele alınan kaynak, sahih bilgilere dayanmalı ve Selahaddin’in ve hatta Eyyubilerin mefkuresini yansıtacak ve çarpık yaklaşımlardan uzak bir kompozisyon sunulmalıydı. Öte yandan eser bir romansa, kurguyu da ihtiva etmeli, gerektiğinde lineer tarih anlayışından uzaklaşıp ânı yaşatmalı, kahramanın ruh durumuna değinmeli, bazen yan karakterleri de ön plana çıkartabilmeliydi. İşte bu eser, zengin ayrıntılar ve etkileyici hikayelerle, Selahaddin’in yaşantısı özelinde, Kudüs’ün fethini ve III. Haçlı Seferini bizlere anlatmayı başarabilmiş bir eser.
Özetle şöyle tanıtır Ali Emre, Selahaddin Eyyubi’yi:
“Kudüs muhafızı... Müslüman Kürt önder.... Cihadın öğretmeni... Haçlı komutanlarına, krallarına boyun eğdiren sultan... Zalime, zulme karşı şedid… Kılıcını hiçbir vakit kınına sokmayan cesur kişilik... Müslim'e, gayr-i Müslim'e her daim merhamet yumağını saran cömert karakter... Cihad meydanını ömrü boyunca terk etmeyen pehlivan... Atının terkini ömrü boyunca bırakmayan şahbaz... Hastalığını sadece namazda ve at sırtında unutan örnek şahsiyet... Ümmetin derdiyle dertlenmekten ailesine vakit ayıramayan, hanımının taziyesine katılamayan, kızının düğününde olamayan mahzun kartal... Ahirette kendisiyle beraber yürüdüğünü görmek için dostlarının kendisini kılıcıyla gömdüğü sevgili...”
Aslında bakacak olursak bu vasıflar sadece yazarın maharetinin eseri olan şairane mübalağadan değil, Selahaddin’in zamanında kazandığı kritik zaferler sonunda edindiği namdan dolayıdır. Tarihçilerin ona Ebü’l-Muzaffer el-Melikü’n-Nâsır Selahaddin Yusuf b. Necmeddîn Eyyûb b. Şâdî dediğini de unutmayalım. “Peki ne yaptı da bu ünvanları aldı?” dersek buyrun, kitaptan da yararlanarak genel hatlarıyla onun hayatını ele almaya çalışalım.
Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyüp ve amcası Şirkuh, başta Büyük Selçuklu atabeyi İmadüddin Zengi’ye, daha sonrasında oğlu Nureddin Mahmud Zengi’ye askeri ve diplomatik alanlarda hizmet etmiştir. Bu yönüyle Selahaddin, Kürtlerin savaşçılığını, Türklerin teşkilatçılığını, Arapların ilmini daha ilk andan itibaren kendinde mezcedecek donanıma sahip olmuştu. Ancak merhametli yapısından ve ilme olan düşkünlüğünden dolayı savaş meydanlarına ayak diretmiş biriydi de. Ancak yazarın kitabın başında belirttiği gibi ağabeyi Şahinşah’ın Frenklere karşı Şam müdafaasında şehit düşüşü onda vurucu etkiyi yapmıştı. Diğer ağabeyi Turanşah’ın bir Hristiyan hizmetçiye haksız zulmüne başkaldırışı ise onun merhametle kuşanmış celadetinin ortaya çıkmasına vesile olmuştu. Bu büyük cevheri gören ve heba olmasını engelleyip mücevhere dönüştürense Nuredddin Mahmud Zengi idi.
O vakitler Şii Fatımi devletindeki iç karışıklıklar ve Haçlı saldırıları, Zengilerden yardım istemelerine sebep olmuştu. Bu büyük fırsatı değerlendirmek isteyen Nureddin, dağ aslanı namlı amcası Şirkuh’un yanında göndermişti Selahaddin’i. Ayak diretmesine, gönülsüzlüğüne rağmen gittiği Mısır’da amcasına yardım edecek, Haçlılara karşı amansız mücadeleler verecek ve vezirliğe yükselecekti. Yeri ve zamanı gelince de Nureddin Zengi’nin emriyle Fatımi devletini ilga eden Selahaddin, Abbasi halifesi adına hutbe okutarak Mısır’daki Şii yönetimi ortadan kaldırdı ve topraklarını genişletmeyi başardı.
Nureddin’in vefatıyla sarsılan Selahaddin, başta oğlu Salih İsmail’e biat etmiş fakat bizzat Nureddin’in emirleri, dağılan ve birbiriyle didişmeye başlayan Müslümanları birleştirecek adamın kendisi olduğunu söyleyince görevi kabul etmiş. Bir bölük askerle kapısını çaldığı Şam, onu güzelliklerle karşılamış, gönlünü açmış, bağrına basmıştı. Devlet geleneğine vakıf ve gerektiğinde inisiyatif alabilen merhum Nureddin Zengi’nin hanımı İsmedüddin Hanım ile evliliği akabinde yaptığı düzenlemeler; Eyyubi ve Zengi hanedanının birleşmesine, başına buyruk emirleri bir araya getirmeye ve büyük bir ordunun oluşmasına vesile olmuştu.
Ulemayı destekleyip hareketlendiren, Mısır’da askeri ve mali düzenlemeleri yapan, Batıni tehlikesini bertaraf eden Selahaddin, Frenk istilasına son vermek adına Musul’un, Halep’in Şam’ın ve Kahire’nin kalbini ve kaderini birbirine bağlamak ve Müslümanları aynı sancak etrafında birleştirmek istiyordu. Bu isteğinin işaret fişeğini ise Amedli kadınlar atmıştı. Diyarbakır’ı ziyaretinde ona Kudüs’ün çiğnenen onurunu hatırlatmış ve fetihten sonra Mescid-i Aksa’nın avlusunu yıkamak amacıyla gül suları hediye etmişlerdi. Selahaddin de özellikle Harran seferinden sonra vasiyet yazdıran bir hastalığı atlatmasını Allah’ın bir lütfu olarak gördü ve tüm ömrünü artık Kudüs’ün fethine ve İslam beldelerinin müdafaası için Haçlılarla mücadeleye adamaya karar verdi. Ve sözünün nişanesi olarak da Kudüs’ün fethine değin hüznü, vakarı ve siyah sancağını başından indirmedi.
Nasip olursa gelecek yazımızda, elimizdeki kitaptan da yararlanarak başta belirttiğimiz sorular ışığında Kudüs’ün fethini, sonrasını ve III. Haçlı Seferi karşısında Selahaddin’in dirayetini konuşmaya çalışacağız.
Rabbim özgür Kudüslü zamanlara bizleri ulaştırsın!
Selam ve dua ile…
Abdullah AYYILDIZ